20 Kasım 2011 Pazar

Carpe Diem

Seneca "Saatler vardır ki zorla elimizden alınır, saatler vardır ki elimizden akıp gider. Hayatın büyük kısmı hiçbirşey yapmamakla, geri kalanı ise yapılması gerekenden başka şeyler yapmakla geçer. Bana bir insan göster ki, zamana küçücük bir değer versin, bir günün anlamını bilsin ve hergün bir parça öldüğünün farkına varsın. O halde dostum, bütün saatlerin sahibi ol. Kübün dibinde kalanı idareli kullanmak, iş işten geçtikten sonra tedbir almaktır.Zira sona kalan kısım,yalnız en az kısım değil, aynı zamanda en fena kısımdır.
***
Hayat bir öykü gibidir, uzun olup olmadığı değil, iyi olup olmadığı önemlidir. İyi yaşamak için acele et ve şunu iyi bil ki, hergün başlı başına bir hayattır."


Bu aralar büyük bir merakla ve beğeniyle okuduğum büyük üstanın bu sözleri, stoacı felsefenin bir savunması gibi gözükse de aslında gelecek için endişelenmek ile, geçmiş için dertlenmek arasında yaşanılan anın değerine bir vurgudur. XIX. yüzyıl başlarında Byron’ın yapıtlarında da "günü yakala" (seize the day) deneyimi, yaşanmakta olan yaşanmışın hazzına ilişkindir.
 Eğer geçmişle ve gelecekle çok uğraşıyorsanız, bilin ki gerçekle hiç yaşamıyorsunuz.


N.H. Kleinbaum'ın en çok satanlar listesinde olan aynı isimde kitabından 1989 yılında sinemaya uyarlanan, yönetmenliğini Peter Weir'ın yaptığı Dead Poets Society (Ölü Ozanlar Derneği)  filminde Robin Wiliam'ın müthiş oyunuyla hayat verdiği edebiyat profesörü. John Keating edebiyat dersinde bir şiir okutur.

Henüz vakit varken tomurcuklarını topla,
Zaman hala uçup gidiyor,
Ve bugün gülümseyen bu çiçek,
Yarın ölüp yokolabilir...

Sonra şiiri açıklar,

Hepimiz solucan yemi olacağız arkadaşlar.Buna ister inanın ister inanmayın. Herbirimiz bir gün nefes almayı kesecek ve öleceğiz. Şimdi öne doğru bir adım atın ve geçmişten gelen bu yüzleri biraz inceleyin. Onlara daha önce ciddi olarak bakmadınız. Sizden pek farklı değiller. Aynı saç modeli. Tıpkı sizin gibi hormonlara sahipler. Sizler gibi yenilmez hissediyorlar.Dünya onlar için bir istiridye. Çok büyük şeyler başaracaklarına inanıyorlar. Sizler gibi gözleri umutla dolu. Peki yapabileceklerini yapmak için yaşamaya acaba çok geç mi başladılar? Çünkü bu oğlanlar artık çiçeklere gübre oldu.Ama eğer dikkatle dinlerseniz size fısıldadıklarını duyarsınız. Yaklaşın Dinleyin, duyuyormusunuz? Carpe... Carpe.... Carpe Diem... Anı yaşayın  çocuklar, Hayatınızı olağan dışı yapın."


Sadece bir tane hayatımız var. Yapmak istediklerimizi şimdi yapmayacaksak ne zaman...ölünce mi yapacağız?

9 Kasım 2011 Çarşamba

Ruhunuz ne renk MİM

Blog dostlarımdan sade ve derin  bloglarının rengi konusunda bir mim göndermiş bana. Blogun konusu:

1:)    Ruhunuz hangi renk ?
2:)   İzlediğiniz blogcular sizce hangi renk ?

Bu konu hoşuma gitti çünkü 2010 yılının Aralık ayında ben de renkler  konusunda bir post hazırlamıştım.

Güneş ışığını meydana getiren yedi rengin (renk tayfının) görkeminin , gizeminin bugün üzerinde birçok incelemeler yapılan son derece olumlu sonuçlar alınan çalışmaları ve araştırmaları beraberinde getirdiğini, Renk Bilimi’ni bir bilim dalı olarak ortaya koymuş olduğunu belirtmiştim.
Bilimsel olarak algıda renklerin gücünün kanıtlandığını , yerine göre giyinmek tabirinin görgü kurallarının yanında artık karşıdakinde oluşturduğu algılar açısından bilimsel olarak belirlendiğini yazmıştım.

Sonra da sormuştum " O halde renklerin kendimizde ve karşımızdakinde nasıl bir etki yarattığını bilmek istermisiniz?" yazımın devamını ve algıda renklerin gücünü buradan okuyabilirsiniz.
Mimi başlatan sevgili hemsponpi ise İnsanların renkleri olduğunu, onları yansıttıklarını düşünüyor.
"Çevreme bakıyorum. Gözlemliyorum insanları ve hepsi bana farklı geliyor ki bu böyle. İnsanlar farklılar ve bu doğrultuda yansıttıkları renkler de farklı. Şimdi kendimize bakalım ; hangi rengi yansıtıyoruz ? Yansıttığımız bu renkle mutluluk mu veriyoruz,üzüyor muyuz ? Aşık mı ediyoruz yoksa ayrılığı mı iğneliyoruz seven kalplere ? Biz hangi rengiz,neyiz insanlar için ?Renkler insanı etkiler ve her rengin etkisi farklıdır. Sahip olduğumuz ve yansıttığımız renkle nasıl etkiliyoruz karşımızdaki kişiyi hiç düşündünüz mü ?  diye soruyor.

Beyaz:Temizlik, saflık ve güven hissi verir. Hüzünlendirir.
Siyah: Konsantrasyonu ve özgüveni arttırır.
Mavi:Özgürlük hissi verir ve sakinleştirir.
Yeşil:Dinlendirir ve huzur verir.
Kırmızı:Tansiyonu ve kan akışını hızlandırır. İştah açar.
Sarı:İnsana heyecan ve canlılık verir. Dikkat çekicidir.
Mor:Bilinç altını olumsuz etkileyebilir.
Pembe:Neşe, güven ve rahatlık verir.
Turuncu:İştah açar. Yorgunluğu giderir.
Lacivert:Düşünce gücünü arttırır. Ciddiyet verir.
Kahverengi:Toplum içinde rahatlık ve güven verir.
Gri:Uzlaştırıcıdır. Yoğun kullanılırsa bunaltıcı olabilir.
ise;
İşte cevabım, ben yeşilim. Ruhun yeşilin tüm tonlarında gezinir.
"Yeşil renk insana huzur verir ve rahatlatır. İç açıcı ve güven veren bir renktir. Aynı zamanda umudu, yeniliği, gençleşmeyi ve yeniden canlanmayı çağrıştırır. Yeşil rengi seven insanlar genellikle üretken, çevresiyle uyumlu, içten ve doğayı seven insanlardır. Aynı zamanda hareketlerinde dengeli ve düzenlidirler."
İzlediğim ve mimlediğim blogculara gelince,

Eren beyaz,
Düşlerin rengi, yeşil
didem'in blogu pembe
hayat cesurları ve pozitifleri sever sarı
lalenin bahcesi siyah
izler ve yansimalar kahverengi
acai_berry.... yeşil
Düşlerimden inciler yeşil
insan olmak lacivert
hayat izleri turuncu
meyranın gemisi mavi
7.oda kırmızı

Mimlendiniz sobe....



6 Kasım 2011 Pazar

Bayramın düşündürdükleri

            Bayramları hep sevmişimdir. Gerçi çocukluğumdaki o bayram heyecanı, yerini telaşlara yerine getirilememiş zorunlulukların vicdan azabına bıraksa da ben bayramları sevmekten hiç vazgeçmedim. Kızımın çok istediği bir bayramlığı almaya karar verdiğimdeki sevincini, oğlumun bayram için evine gelişindeki mutluluğu, çok özlediğim ancak yıllardır iki kişi kalan soframızı, tekrar dört kişilik olarak hazırlamaktan duyduğum  huzuru en son ne zaman hissetmiştim? Bayram sabahı dışarı çıktığımda herkesin ama istisnasız herkesin kendine çeki düzen vermiş bir giyim tarzıyla, çocuk ve genç yaştakilerin yeni alınmış gıcır gıcır parlayan yeni ayakkabı, elbise buluz vs. kıyafetleriyle karşılaştığımda, yine hissettiğim mutluluktur. Sabahtan akşama kadar o evden o eve, o komşudan o komşuya izinsiz talepsiz gidebiliyor olmanın özgürlüğünü, kapımın sürekli çalınıp, hiç tanımadığım çocukların telaşlı, yarı utangaç, belli ki eskimesinden korktukları bayramlıklalrının tedirginliği içinde, kendilerini prens ve prenses gibi hissettikleri hallerini, uzaklarda ama bir zaman yaşamıma eşlik etmiş, şimdilerde çok ama çok yaşlanmış yakınlarımın cılızlaşmış, çocuklaşmış seslerini duyup onların geleceğe dair güzel dileklerini duymayı severim.

        Peki ya acılar, üzüntüler, açlıklar, deprem yıkıntıları, ölümler, kayıplar,savaşlar, bayramı bayram gibi hissettirir mi insana? Eğer bayramlar birlik olmanın, kardeşlik ve barış içinde yaşamanın, yürekleri kinden, nefretten, öç alma duygusundan,  uzaklaştırmak amacını taşıyorsa, o halde bayramlar günlük yaşamın koşturmasından, telaşından kendimizi dinleyemediğimiz, tutkularımızı, hırslarımızı, içimizdeki tüm kin ve nefreti ölçüp biçmenin, vicdanına hesap vermenin , kötülüklerin sonlanıp, vicdanların arındırıldığı, iyiliğin barışın kardeşliğin sağlandığı ve paylaşıldığı günler olmalıdır.
Benim için bu bayram bayram gibi de, ya Van'da depremde evi yıkılmış, yakınlarını kaybetmiş, karnını doyurmak için bile yemek bulamayan, çocuğunu besleyemeyen, gözünün önüde gün güne eridiğini gören Somali'deki anne için, terör adı altında yine insan eliyle yaratılmış savaşta yıllardır kimbilir ne fedakarlıklarla besleyip büyüttüğü oğlunu kaybetmiş anne için de bayram mıdır? Usta Can Yücel yine düşündürdü beni, şu güzel dörtlüğüyle...

Bayramlık
Koyunlar keçiler ve koçlar için
Ne kadar bayramsa Kurban Bayramı
Bu barış var ya, bu barış
Cephedekiler için o kadar barış

"Bayram bir ömürdür, ben gibi bir deliye" diyen usta şairimiz Can Yücel'le düşündüm ben bayramı ve bayramın anlamını...

Bayramlar
Hayata rasgele serpiştirilmiş ilahi ikramlar, kıymet bilen kullara her daim bayram yaşatır.
Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz kalınca anlar insan...
Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir; sevmeninkini yalnızlık...
Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır.
Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp ‘Çok şükür bugünü de gördük’ diyebilmek...
Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır.
Küsken barışmak, ayrıyken kavuşmak, suskunken konuşmak bayramdır.
Bir kitabı bitirmek, bir binayı bitirmek, bir okulu bitirmek, kâbuslu bir rüyayı, kodeste ağır cezayı bitirmek bayramdır.
Yoğun bakımda sancılı geceyi ya da kangren olmuş bir ilişkiyi bitirmek de öyle...
Vuslat da bayramdır öte yandan...
Endişe içinde beklediğinden mektup almak, telefonda ansızın sesini duymak, deli gibi burnunda tütenin boynuna sarılmak bayramdır.
En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini bölmek, korktuğunda güvendiğine sarılabilmek, dara düştüğünde dost kapısını çalabilmek bayramdır.
Bir sürpriz paketinden çıkan hediye, tatlı bir şekerlemede üstüne serilen battaniye, saçlarını müşfik bir sevgiyle okşayan anne bayramdır.
‘Ona güvenmiştim, yanılmamışım’ sözü bayramdır.
Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayram...
Yeni bir sözcük öğrenmek, bir tünelin sonuna gelmek, müzmin bir işin kapısını çarpıp uzun bir yola çıkıvermek bayramdır.
Zorluklara tek başına göğüs gerebilmek, gereğinde haksızlığın üstüne yalın kılıç yürüyebilmek bayramdır.
Yeni eve asılan basma perdeler, alın teriyle kazanılmış ilk rızkın konduğu çerçeveler, yüklü bir borcun son taksiti ödenirken sıkılan eller bayramdır.
Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi, akşam kapıda karşılayan yavuklu busesi, sevdalı bir elin tende gezmesi, nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi bayramdır.
Sonrasında gelen ilk diş bayramdır, ilk söz bayram, ilk adım, ilk yazı, ilk karne bayram...
Güne gülümseyerek başlamak bayramdır.
‘İyi ki yanımdasın’ bayram, ‘Her şeyi sana borçluyum’ bayram,
‘Hiç pişman değilim’ bayram...
Evlatların mürüvvetini görebilmek, eve dolu bir torbayla gidebilmek, konu komşuyla yarenlik edebilmek, akşamları eskimeyen bir keyifle çay demleyebilmek bayramdır.
Zamanı donduran eski fotoğraflara nedametsiz bakabilmek, altı çizilmiş eski kitapları aynı inançla okuyabilmek, yol arkadaşlarının yüzüne utanmadan bakabilmek bayramdır.
Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta ölebilmek bayram...
Bunların kadrini bilirseniz, kıymet bilmeyi öğrenirseniz her gününüz bayram olur.
Meraklanmayın, öyledir diye size deli demezler.
Deseler de böyle delilik, bayram artığı günlerdeki nankör akıllılıktan evladır.”


CAN YÜCEL

Bütün günlerinizin  bayram tadında geçmesi umuduyla, Kurban Bayramınızı kutlarım.

3 Kasım 2011 Perşembe

Halloween

Yaklaşık 2000 yıl öncesinden Keltler zamanından gelen bir gelenek olan Hallowen, Ekim ayının son gününü, Kasım ayının ilk gününe bağlayan ve popüler kültürümüze şimdilerde  Cadılar Bayramı olarak girmiş olan bir gelenek. Kelt takviminde,  Samhain,  yılın en önemli günlerinden biri. Keltler tarafından kutlanan bu geleneğin kökeninde, Mısır gibi, Pagan gibi diğer kültürlerin de bağlantıları var .

 Aslında Kelt kültüründeki inanışa göre, God of Death (Samhain) Ekim ayının son günü ölü ruhlara, sevdiklerini ziyaret etmesi için izin verir. Yaşayan ruhlar ise  onları bulmaları için balkabağından fenerler yaparak onlara yardımcı olurlar. Bu gelenek sonraları 1.yüzyılda , Romalıların Keltlerle yaptıkları savaşlar döneminde iki kültürün etkisiyle değişime uğrayarak, yeni özellikler kazanır. 800 yılında Hıristiyan kilisesi bu günün "All Saints 'Day" olarak kutlanacağını ilan eder. Daha sonra, Katolik Kilisesi bu günün ölüler için saygı ve onur duygularının ifade edildiği  " Ruhlar Günü" olarak kutlanacağını duyurur.

Cadılar Bayramı, çocuklar için eğlenceli bir festival. Ancak  Cadılar Bayramı aynı zamanda ruhsal bir anlama da sahip. Dünyanın inanılan  hemen hemen her dininde , insanlar atalarına saygı ve şükranlarını sunmak üzere birbirinden farklı  yollar kullanırlar. Hepsinde ifade bulan ise , doğanın doğum ve ölüm döngüsü doğrultusunda,  yaşamı evrenin varolan uyum ve düzenine göre sürdürmektir. Balkabaklarında yanan mumların ışıkları, bize yaşamın diğer tarafındaki  büyülü bağlantıları gösterecek, bizden önce gelmiş ve geçmiş ruhların eve dönüş yolunu aydınlatabilek kadar güçlü olmasa da onlara duyduğumuz, kalbimizden gelen sevgi ve şükran duygularımızı  ulaştırabilecek güce sahip olduğuna inanıyorsak neden biz de kutlamayalım?