Blog yazmaya ne zaman başladım hatırlamıyorum. Ne zaman başladıysam başladım işte bakmaya üşendim şimdi. zaten pek çok şeye üşenir oldum Aslında üşenmek demek doğru bir tanımlama olmadı.Bakmaya değer görmüyorum demek. Bunun bir anlamı yok demek istedim.
Yaşlar ilerlemeye başladıkça hayatın daha büyük bir bölümünü tanımış oluyorsun ve yaşadıklarınla
Yaşama bakışın, anlamlandırışın ve yaşayışın değişiyor. Şu anda bulunduğum noktadan yaşamış olduklarımla diyorum ki, olgunluk oyle 8 kelimeyi bir çırpıda iki dudak arasından çıkarmak kadar kolay olmuyor hayatta.
Son günlerde ardı arkası kesilmeyen ölüm haberleri alıyorum. Genç yaşlarda okuyup geçtiğim ölüm haberleri artık daha çok dikkatimi çeker oluyor. Aynı hamile iken etrafta ne kadar çok hamile insan olduğunu farkettiğim gibi. Yaşadığım yıllara sığdırdığım tanıdık ve bildik insan sayısı arttıkça bir yaştan sonra çocukluğunuzda ve gençliğinizde şimdi sizin yaşınızda olan ve saygınlıklarıyla hayatınızda yer etmiş insanları hüzünle uğurluyorsunuz.
Bu kimi zaman lisede çok sevdiğiniz bir öğretmeniniz, gençliğinize idol olmuş bir sanatçı, ailenizde çok sevdiğiniz ve değer verdiğiniz bir akrabanız ya da okul sıralarında dükkanına , eczanesine, muayenehanesine gittiğinizde size o masumiyet hissini tattıran tanıdık sevdik ve bildikleriniz oluyor. Kimi zaman ise en sevdikleriniz, anne ve babanız.
Ancak zor olan ve kabul edilmesi çok güç olan zamansız veda ettiklerimiz. Blok yazmaya ilk başladığım senelerde Japonya'da yaşayan blok arkadaşım Sevgili Sergül'un Japon balığım dediği ve çok sevdiği Japon eşi Yoshi ve kedisi Tarçınla maceralarını takip ederken, neşe dolu daima yaşama sevincini bloguna yansıtan tatlı kızın, minimini bebeğini kaybedişinin ardından yaşadığı acıyı ve yaşama tutunmak adına bir dal parçası arayış çabalarını izlemek,.. malesef yaşama dahil...
Yada en verimli çağında mutlu bir yuva ve sevilen bir işadamı iken bir sabah aniden gelen bir kalp krizinin yaşamdan çekip aldığı Mustafa Koç'un gidişni kabullenmek...
Benim için büyük aşkla severek evlendiğim kendisi babasını çok küçük yaşta kaybettiği için hep başı bükük dolaştığını söylerken, canından çok sevdiği iki çocuğunu dermansız bir hastalığın yetim bırakmasını kabul etmek... Çok zor çok....Ama bu da yaşama dahil..
Acılar insanları olgunlaştırıyor. Bükülen elleriniz, kalbiniz olsa da başaklar gibi eğiliyor boyunlarınız. olgunlaşan buğday misali. Onun için ben artık etrafımda ne zaman dik başlı insanlar görsem uzaklaşıyorum. Bilmemenin yaşamamanın küstahlığı değil ayıp olan. Ayıp olan yaşamadıklarını bilmeyip, ne bilmediğini bile bilemeyen insan dik başlılığı demek istediğim.
Unutmamalı ki sadece mutluluk değil yaşama dahil olan, acı da yaşamın tam içinde hatta tam merkezinde...
Ancak dediği gibi Şükrü Erbaş'ın "Yaşamak ölümden üstün, acıdan büyük"...
Acılar insanı olgunlaştırıyor, evet. Yaşama daha önceki gibi isteseniz de bakamıyorsunuz. Ölüm en keskin acı. Ve bu acıyı ne yaparsanız yapın silip atabilmek mümkün değil. Yapacağımız, yapmak zorunda olduğumuz ise mümkün olduğunca hayata tutunmaya çalışmak. Sevdiklerimizin tutunduğu dal olduğumuzu aklımızdan çıkarmadan çiçeklenmeye çalışmak...
YanıtlaSilKötü bir piyango gibi, yaşamda neyle karşılaşacağımızı bilemiyoruz... Yapacak bir şey yok... Siz ise acının üstesinden gelebilen, güçlü birisiniz, sizi hayranlıkla izliyorum Defne Hanım, sevgiler...
YanıtlaSil