27 Temmuz 2010 Salı

Özgürlüğün Verdiği Dayanılmaz Mutluluk


Bugün özgürlükten bahsetmek istiyorum. Hiç düşündünüz mü? Özgürlük değince hangi obje beliriyor beyninizde. Gökyüzü, deniz, mavi, kafes, özgürlük anıtı,uçurtma, kelebek, kuş, kanat ilk anda aklımıza geliverenler. Sanıyorum uçmak fiili özgürlüğü en fazla çağrıştıran kelime. Sonra neden diye düşündüm. Niçin özgürlük gibi soyut bir kavramı bir takım objelerle somut hale getirme çabasındayız diye? Çünkü özgürlüğü elde edebilmenin en basit anlamda olanaklı hale gelişi somut bir obje olarak tanımlamakta mı yatıyor?
Oysa soyut bir kavram ancak soyut olarak tanımlanmalı. Uçmak diyelim. Neden uçmak özgürlükle örtüşüyor? Çünkü insanlar uçamaz. O halde insan özgür olabilir mi?
Eğer birileri düşünmeseydi, kanatları olmadığı için insanoğlunun uçamayacağına karar vermiş sürülerin arasından sınırlarını zorlayıp uçmayı, uçabilmeyi başarmış insanlar olmasaydı, evet insanlar uçamazlardı. Uçabiliyorsak bunu, durum ve şartlar her ne olursa olsun, kendini hiçbir zaman sınırlamayan istendiğinde her şeyin üstesinden gelebilecek kapasiteye sahip insanlara borçluyuz. Onlar ki, özgürlüğün tadını alan, bunu kendilerinden sonra geleceklerin kazanında daha lezzetli tatlar oluşturmalarını yaratan insanlar. O halde gerçekte özgür olmayı, insan olarak doğmanın getirdiği bütün genel yargıları yeniden yargılayan, kalıplardan, inançlardan ve benzeri düşünceleri savunanlara başkaldırabilmeyi ve onları yıkma yürekliliğini gösterebilen insanların elde edebileceği bir güç olarak tanımlamak istiyorum. Çünkü benim anladığım anlamda özgürlük bu.
Konuya diyalektik anlamda bakacak olursak, her tez kendi anlamını, antitezi ile ortaya koyar. Bu açıdan baktığımızda sürü düşüncesiyle hareket eden ve onu sürüdeki yapan bütün güdüselliğin, düşünme yeteneği gelişmemiş kalabalığın tüm kabul edişlerin, anlamını kavramadan uzak bilinçsiz yargıya varışların, reddedişlerin ürünü tutsaklık ancak, insanın önce kendini tanıması, ne olduğunu ne olmadığını anlayarak, toplum içinde kendini yeniden yaratması ve böylece değerler dünyasından eylem dünyasına geçerek, kendini gerçekleştirilmesi ile özgürlüğe dönüşebilir. Bunu yapabilmek ise, içten bir yürekliliği umudu ve direşkenliği gerektirir.
Ne anlatmak istediğimi biraz daha kolaylaştırmak açısından yine çocukluk yıllarımda okuduğum ve gelişimimde büyük etkisi olan Richard Buch’ın ünlü romanı Martı dan bahsetmek istiyorum. Yazar Richard Buch bir pilot. Tüm uçmasını bilenler gibi, o da yerçekimi yasasına başkaldırmış, bunun tadını almış bir kişi olarak özgürlük, direnç ve umut kavramlarını bir martının kanatlarına serpiştirmiş. O zamanlar kitabı martı Jonathon Livingston ’ın hayatini anlatan bir roman olarak okudum. Zaman zaman anne ve babasını üzdüğü için ona kızdım, sürüden dışlanıp kayaların çok ötesine gittiğinde onun için üzüldüm, Sullivan ve Chiang ile tanışıp onlarla uçarken ben de Jonathan ile birlikte uçtum. Oysa tüm bunların ötesinde şimdi Richard Buch’ı dolayısıyla martı Jonathon Livingston’i daha farklı bir bakışla değerlendiriyorum. Özgürlüğün gerçek anlamı daha net beliriyor zihnimde.
Şöyle başlar birinci bölüm:
“Martıların çoğu beslenmeleri için gerekli olandan fazlasını öğrenmezler. Kıyı ile besin arasında uçarlar. Onlar için uçuşun anlamı besine ulaşıp kıyıya dönmektir. Onların ereği uçuş değil yemektir. Ama bir martı için önemli olan yemek değil uçmaktır.”
Martı Jonathan ise sıradan bir martı değildi. Bir arayış ve uyanış içindeydi. Denenmemişi denemek ve öğrenmek isteğindeydi. Bir martının uçamayacağı hızları ve yükseklikleri denemek ve başarmak istiyordu. Her başarısızlığın neden ve niçinlerini arayarak, yeni yöntemler bulmayı kendine amaç edinmişti. Bu uyanış ve arayış martı sürüsünü olduğu kadar ailesini de rahatsız ediyordu.
Kendi kendine “ Hayat taşıdığı bu imkânlardan dolayı ne büyük bir anlam kazanıyor " diye düşünüyordu. Hayat kıyı ile balıkçı tekneleri arasında geçirilen boş bir yaşamdan ibaret değildir. Onun bir ereği olması gerekir. Kendinizi bundan kurtarabilir, maharet, bilgi ve yücelik kendinizi yeniden bulabilirsiniz.”
Bütün bu arayış, öğrenme ve bilme isteminden doğan bu tutum, martı yasalarına aykırı görülür. Jonathan martı kurultayının önünde sürüden kovulurken, yaşlı kurultay başkanı şöyle seslenir Jonathan'a:
- Birgün sen martı Jonathan Livingstone bu yolun çıkmayacağını bileceksin. Biz bu dünyada yemek ve olduğu kadar uzun yaşamak için geldik. Bunun dışında bir hayat bilmiyoruz ve bilemeyiz.
Cevap hakkı tanımayan martı yasasına rağmen, Jonathan yine de şöyle cevap verdi.
- Kutsal hayatın ereğinde bir anlam görüp onun peşinden gidenden daha sorumlu kim olabilir? Sadece artık balık kafaları peşinde koşmak değildir hayat. Binlerce yıl bu böyle oldu, ama bizim yaşamak için bir ereğimiz var; öğrenmek, bulmak ve özgür olmak.
O uçmayı öğrenmişti. Pişman değildi, buna karşı ödedikleri için. Martı Jonhathan inandı ki "bir martının hayatını bu kadar kısaltan nedenler korku, bezginlik ve hırstır". O bunlardan kurtulmuş olarak uzun ve güzel bir hayat sürdü.
Bir gün Jonathan yükseklerde uçarken yıldız gibi parlayan iki martı gelerek, ona, seni daha yükseklere, yuvaya götürmeye geldik dediler. Ve martı Jonathan Livingstone kapkara bir gök yüzü içinde yıldız gibi parlayan iki martıyla birlikte gözden kayboldu.
Demek cennet bu diye düşündü ve kendisine gülümsedi. Burada da durmadan, dinlenmeden yeni uçuşlar öğreniyordu. Bir gün öğreticisiyle uçuş eğitimi yaptıktan sonra, kum üzerinde düşünürken eski dünyasını hatırladı.
Gıdaklamalar, gaklamalar yerine sessizliğin diliyle sordu. Ötekiler nerede? Bizlerden olan niye yok? Ne tuhaf, benim geldiğim yerde binlerce vardı. Biliyorum diye başını salladı Sullivan ve devam etti. Sana şu kadar söylerim ki, sen milyonda bulunansın. Çoğumuz o kadar zor ve güç ulaştık ki buraya. Biz bu dünyadan, ondan az farklı bir dünyaya geçtik. Nereden geldiğimizi, nerede olduğumuzu fark etmeden, sadece o anımızı yaşayarak. Bizler yemekten, içmekten, savaşmaktan ibaret olmayan ve sürünün gücü altında bulunmayan bir dünyanın varlığını öğrendiğimiz zaman. Kaç dünyadan geçmiştik. Binlerce John on binlerce. Sonra kusursuzluk diye bir şeyin varlığını sezene kadar, yine yüz dünyadan geçtik. Bir o kadar dünya daha bize hayatın ereğinin o kusursuzluğu bulmak ve onu gerçekleştirmek olduğunu öğretti. Aynı kurallar şu anda bizler içinde geçerli. Gelece dünyamıza bu dünyadan öğrendiklerimizle biçim verebiliriz. Hiçbir şey öğrenmezsen gelecek dünyan önceki ile aynı olur. Sınırlı, yenilenmeyen bir hayat, kuşun gibi ağır ve anlamsız olur."
Jonathan bir akşam kumda dinlenirken en yaşlı martı Chiang'ın yanına yaklaştı.

- Chiang, burası cennet değil değil mi?
Diye sordu. Yaşlı martı ay ışığında gülümsedi. Yine öğreniyorsun martı Jonathan dedi.
- Peki, bundan sonra ne olacak? Nereye gidiyoruz? Cennet diye bir yer yok mu?
- Hayır Jonathan, öyle bir yer yok. O ne bir yer, ne de bir zaman. Cennet kendinde kusursuzluğu bulmaktır.
***
Chiang “ Eğer istersen zaman üzerine çalışabiliriz, geçmiş ve geleceğe uçmayı öğrenene kadar. O zaman en zor olanı, güçlü olanı ve en doğru olanı yaşamaya hazır olacaksın.”
Son sözü “ Jonathan, sevginin üzerine çalışmaya devam et ”oldu.
Son hızla uçmakta olan Fletcher yanı başında dünyanın en parlak beyaz martısının bir tüyü bile kıpırdamadan süzülmekte olduğunu gördü. Böylece Fletcher Jonathan'ın ilk öğrencisi oldu. Sonraki günler onlara yeni öğrenciler katıldı.
Bir gün onlara “ Sizler kendinizi tırnak uçlarından kanat uçlarına kadar kendi düşüncelerinin sınırlandırdığı sadece beden olarak görünürsünüz.” dedi ve ekledi. “Düşüncelerinizin zincirlerini koparın ve göreceksiniz ki gövdeniz de özgürlüğe kavuşacaktır”
***
Jonathan “Ben bir martıyım. Gözünle gördüğünü inanma. Onlar sadece sınırlı olanlardır. Sevgiyle bak. Seninle olanın adını koy. Uçuşun adını öğreneceksin.”
Ve Jonathan saydamlaştı.
***
Bu kitap sayesinde dünyaya bir martının gözünden bakabilmeyi öğrendim.Tüm olmazlara inat, umudu hiç yitirmemek gerektiğini, yaşamın gerçek anlamının bir lokma balık değil, özgürlüğün doyumsuz lezzeti olduğunu, yaşamı kısaltanın, sınırlayanın korkularımız, bezginliklerimiz ve hırslarımızın olduğunu ve özgürlüğe giden yolun, düşüncelerimizdeki zincirleri koparmakla aşılacağını ve tabiî ki yüreklilikle, direşkenlikle koşulsuz sevginin üzerine çalışmanın dayanılmaz mutluluğunu. İşte şimdi öğrendiklerim.
Sonsuz sevgilerimle
Defne Soysal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder