26 Şubat 2021 Cuma

Narkissos

Narkissos
Resim kağıdı üzerine sulu boya

''Karanlık azalacak, aydınlık yayılacak bundan böyle; ağır ağır, günden güne...
Sonunda sabaha, ışığa, bahara kavuşacağız; 
yara bere içinde...''

    Kışın soğuk ve kasvetli günlerinin ardından, baharın ılık ve güneşli günlerinin gelmesi ruhumuza da çocuksu bir sevinç, aydınlık veriyor.  Kararmış, daralmış,yaralanmış ruhum,daracık çatlaklardan süzülen zayıf ama parlak bir ışık hüzmesinden aydınlanıp, çok derinlerden dışarı çıkmaya çalışan ilhama dönüşüyor. Beni mutlu eden ise, bu ilhamla uzun bir zamandan sonra elimin tekrar fırçayı tutabiliyor olması...

    Atölyenin bahçesinde güneş parladıkça, enerjisini sadece insanlara değil tüm canlılara yaydığını gözlemliyorum. Üzerimize  karabasan gibi çökmüş karanlığın, karamsarlığın, umutsuzluğun enerjisi dağılıp aydınlığın, iyimserliğin, umudun enerjisine dönüşüyor. Doğaya dikkatle baktığınızda tüm canlılarda başlayan canlanmayı görebiliyorsunuz.

  Bahçede soğuk kış günleri boyunca kış uykusunda olan gülün uyanıp tomurcuklanmaya başladığına, yine geçen bahardan beri boş duran kuş yuvasına bir kumru ailesinin yerleştiğini ve üstelik iki küçük yumurta ile yeni doğacak bebeklerini beklediklerine şahit olmak, hayata olan bağlılığımı arttırıyor.



    Bahçede mis kokusuyla çiçeklerinin ihtişamıyla, tartışmasız güzelliğini duyularımıza cömertçe sunan nergis çiçeklerini görünce dayanamadım. Çiçeklerinin ağırlığını incecik dalı kaldıramamış olsa gerek , iki dal sapından eğilmiş görünce bu iki dalı koparıp daha uzun yaşaması için bir bardağa suya koydum... Yetmedi sonsuza kadar yaşaması içinse resmini yaptım.  
Ve ben galiba ölümsüzlüğün sırrını buldum...  


   Nergis, filizlenen ilk tohumlardan biri olduğu için baharın gelişini müjdeler. Nergis çiçeğinin antik yunan tanrıları ile ilişkilendirilen bir hikayesi var. 

     Narkissos (Nergis) sudaki yansımasına âşık olup, aşkından eriyip,  nergise dönüşen bir gencin öyküsüdür. Yunan mitolojisinde Ovidipus ‘un aktardığı hikayeye göre, Narkissos, Su Perisi ve Nehir Tanrı’sının oğluydu. Narkissos’un güzelliği onu gören herkesi hayran bırakırdı. Ancak o kimseye yüz vermez, hepsini reddederdi.

    Bir gün Olimpos dağının perilerinden Ekho ona görür görmez aşık olur, Ancak Narkissos bu sevgiye karşılık vermeyerek, peri kızının yanından uzaklaşır. Echo kendisini bu aşka öyle bir kaptırır ki,  günden güne eriyerek sonunda kendisinden geriye sesten başka hiçbir şey kalmaz ve  bir gün onun da kendi gibi karşılıksız bir sevgiye yakalanmasını dileyerek yok olur. Bedeni kayalara, sesi ise bu kayalarda ‘eko’ dedigimiz yankılara dönüşür.

    Olimpos dağında yaşayan tanrılar bu duruma cok kızar ve Narkissos’u cezalandırmaya karar verirler. Günlerden bir gün intikam tanrıçası Nemesis, Ekho’nun dileğini yerine getirir
ve sıcak bir günde çeşmeden su içmek için Narkissos’un suya eğilmesini sağlar. Suda kendi yansımasını gören Narkissos gördüğü güzellikten gözlerini bir türlü alamaz ve kendine aşık olur. Narkissos ellerini bu kusursuz güzelliğe doğru uzatır ama dokunamaz. Aynı Ekho gibi Narkissos da günden güne aşkından erimeye başlar ve orada sadece kendini seyrederek bulunduğu yere kök salarak açılmış bir çiçeğe dönüşür. Bu çiçek Narkissos yani Nergis'tir.

Ruhumuza nergis çiçeği açtıranlar olsun etrafımızda...

Sevgiyle kalın


18 Şubat 2021 Perşembe

Mr Snowy


Bu hızla dönen dünyanın üzerinde,

Birbirinin üstüne devrilen günlerin arasında

ve gazete haberlerinin, konuşmaların,

tartışmaların arasında

kavgaların, ölümlerin ve mezarların arasında

öyle kıpırtısız, öyle bitkin

ve öyle düşünceli oturuyordu ki,

karın yağdığını fark etmedi...

Burnu havuçtan artık, gözleri kömür!

Barış Bıçakçı'nın Derin Düşünce şiiri yakıştı dün iki saatte yağan ve ancak bir kaç saat dayanan yoğun kar yağışı sonrası yaptığım Kardan Adama. 

Tanıştırayım. Mr Snowy. 

Günlerdir meteorolojinin tahminleri doğrultusunda  Rusya'dan gelecek ve İstanbul'da başlayacak son yılların en yoğun kar yağışını bekliyorum büyük bir heyecanla. 

Karı çocukluğumdan beriçok severim. Çocukluğumda sıcacık kaloriferin üzerine oturup annemin getirdiği kakaolu sütümü içerken, yağan karı seyreder, havada uçuşan kar tanelerinin yeryüzüne inen melekler olduğunu düşünürdüm. Annem soğuk almamdan korktuğu için hemen dışarı çıkıp kartopu oynamama izin vermez, havanın yumuşamasını beklerdi. 

Yaşım biraz daha büyüdüğünde her kış dizlerimize kadar yağan karda arkadaşlarla kartopu savaşları yapmak en büyük eğlencemizdi. 

Üniversiteye başladığım yıllarda İstanbul Ankara arasında Mavi trenle kış mevsiminde çok seyahat ettim. El değmemiş doğanın içinde bembeyaz karlarla kaplı manzaralar hala tablo gibi gözümün önünde. O kadar soğuk olurdu ki, bir seferinde trende cama başımı yaslayıp uyuya kalmıştım. Uyandığımda saçlarımın buzlanmış pencereye yapıştığını hatırlıyorum. 

Ankara'da da kar bir başka güzel yağardı. Okula arkadaşlarla birlikte giderdik. Birbirimize söz vermiştik. Ankara'da ilk kez yapıp çok eğlendiğimiz gibi, her yıl ilk kar yağdığı gün pastaneden elma şekeri alıp yiyecğimize. Onlarla mezun olup Ankara'dan ayrıldıktan sonra yollarımız da ayrıldı. Ama ben o sözümüzü hiç unutmadım. 

Evlendikten sonra önce eşimle, sonraları çocuklarla birlikte her sömestr Uludağ'a giderdik. Ben bembeyaz karların nefti yeşil yapraklı çamların aralarına yerleşmiş güzelliğini, huzurla hissedilen doğanın sessizliğini ve bembeyaz karların üzerinde kayarken hissettiğim o özgürlük duygusunu başka hiçbir yerde  yaşamadım. 

Şimdi ise kar yağsın diye gökyüzüne bakıp meleklerin yeryüzüne inmesi için beklerken buluyorum kendimi. O nedenle meteorolojinin özellikle  İstanbul'da hava sıcaklığında mevsim normallerine kadar sert bir düşüş gözleneceği, 14 Şubat Pazar gününün ilk saatlerinden itibaren etkili bir kar yağışı olacağı, hatta İstanbul’un 1985 ve 1987 yıllarında yaşadığı efsanevi kış  kadar ağır şartlar oluşabileceği yolunda uyarıları ile heyecanla bekledim, bekledim, bekledim. Oysa kar yağıyor, hava soğumuyor, yağan kar çatıları örtsede yere düşer düşmez eriyordu. 

Günler sonra dün sabah sadece 2 saat kadar tipi gibi yoğun kar yağışı başladı. İşe gitmek için dışarı çıktığımda ayaklarımın altında ezilen karın sesi, neşemi yerine getirdi. Etraf sessiz, hava soğuk ama yumuşacıktı. O neşeyle resimde gördüğünüz kardanadamı yaptım. Ama kar o kadar yumuşaktı ki öğlene doğru ne kar kalmıştı ne de kardanadam.

Yaşadığım hayal kırıklığını anlatamam. 

Ne yazık ki çocuklarımıza kendi çocukluğumuzda yaşadığımız kar sevincini bile yaşayamaz bir dünya bırakıyoruz. Doğa, ona ihanetimizin bedelini, bize bahşettiği küçük mutlulukları elimizden alarak ödetiyor. Yaşadığımız pandemi süreci, yaşamlarımızın birbirine bağlı, herbirimizin birer domino taşı olduğumuz gerçeğini yüzlerimize çarptı.  Aynı domino taşlarında olduğu gibi, sadece bir tek taşın hareketi,  diğer bir taşın hareketini tetikler ve bu olay da bir başka benzer olayı tetikleyerek, ard arda dizilmiş domino taşları gibi yıkılarak domino etkisini yaratır. Hepimiz birbirimize görünmez bir bağ ile bağlıyız. Dünyada hepimiz biriz ve bu gerçeği unutmadan, doğaya saygı, sevgi, birlik ve sağduyu ile davranmamız gerektiği bilincine ulaşmamız gerektiğine inanıyorum.

Yoksa çocuklarımız 
Nasıl hayal edecekler, gökyüzünden inen meleklerin tüm kötülükleri temizledikten sonra buharlaşarak geldikleri yere geri döndüklerini ve tekrar aşağıya inmek için sıralarını beklediklerini, 
Nasıl bilecekler, yüzlerine, ellerine düşen minicik kar tanelerinin onlara söylemeye çalıştıklarını,
Nasıl öğrenecekler, kar taneleri gibi birbirlerine zarar vermeden de yol alabilmenin mümkün olduğunu,

Hayal edemeden, bilemeden, öğrenemeden beyazı hiç göremeden büyüyecekler ...
İzin verin, çocuklarımızın da kar beyazı kaplasın yüreklerini…

Sevgiyle kalın…



7 Şubat 2021 Pazar

Daha kaç sabah kaldı?

''Güneşli bir günün sabahıydı, üstelik tatil günüydü. Her zaman mutlulukla başlarım böyle günlere diye düşündüm. Ailemin benim dışındakileri henüz uyuyorlar haklı olarak, fazladan uykunun tadını çıkararak, oysa ben bu güzel sabahı paylaşmak istiyorum onlarla, ancak kıyamıyorum uyandırmaya. Duygularımı yaşarken duyamadığım kuş seslerini duydum aniden. Anı yaşamak, farkına varmak, hoş zamanların, seslerin, görüntülerin, onlar uykuya devam ederken güneşli bir günün erken sabahının sessizliğinde doğayı dinlemeye bırakıyorum kendimi küçücük gibi görünen ama çok önemli ayrıntıların yarattığı mutluluğu hissederek...''


Bu paragraf bundan sekiz sene önce 52 yaşında daha kaç sabahının kaldığını bilmeden hayatın kışında yaşamın baharında kanser hastalığıyla savaşan güzel bir adamın kaleminden tüm saflığıyla gözlerimize, ruhumuza ve yüreğimize yansıyan duygular sağanağı. 

Şimdi ölümünün üzerinden onunla kutlayamadığın doğum günlerinin sekizinci yılında şubatın tam 7 sine girdiği anda ister istemez onu düşünüyorsun. 

Aynı Paul Auster'ın Winter Journal (Kış Günlüğü ) kitabında yazdığı gibi gerçek kazaların açtığı fiziksel yaralardan; bir çivinin yüzünde açtığı yırtıktan, bir arkadaşının dişleriyle kafasında deştiği yarıktan, kanayan burunlardan, bükülen kollardan, arı sokmalarından, kırılan omuz kemiğinden ve ‘diğer’ kazaların açtığı kalp yaralarından bahsederken annesinin ölümden sonra onun ölümünün karnına arka arkaya indirdiği yumrukların neden olduğu ‘iç’ kanamalarının acısını hissederek...

Winter Journal (Kış Günlüğü ) adlı kitabını yazdığında 64 yaşında olan Paul Auster, çoğu gitmiş azı kalmış bir yaşamla hesaplaşırken çokca bahsettiği ölümü“yaşamanın başladığı bedenin ölümü” olarak tanımlıyor. Annesini “denizler dalgalanmaya başladığında sarıldığı kaya” olarak gören bir erkek çocuğunun gözünden annenin ölümüyle -aslında yaşamıyla- hesaplaşıyor sayfalarca. 

“Doğum günlerinizi hep birlikte kutlardınız, şimdi annenin ölümünden dokuz yıl sonra bile saat şubatın ikisinden üçüne geçtiği anda ister istemez onu düşünüyorsun.''
 

''Aksırmak ve gülmek, esnemek ve ağlamak, geğirmek ve öksürmek, kulaklarını kaşımak, gözlerini ovuşturmak, burnunu hınkırmak, boğazını temizlemek, dudaklarını ısırmak, dilini alt dişlerinin arkasında gezdirmek, ürpermek, osurmak, hıçkırmak, alnındaki teri silmek, parmaklarını saçlarının içinden geçirmek – bu şeyleri kaç kez yaptın? Kaç kez taşa çarpmış ayakparmağı, kaç kez ezilmiş parmak, kaç kez bir yerlere çarpmış kafa? Kaç tökezleme, kayma, düşme? Kaç kez göz kırpma? Atılmış kaç adım? Elinde kalemle geçirilmiş kaç saat? Kaç kez öpmek ve öpülmek? Bebeğini kollarının arasında tutuyorsun. Karını kollarının arasında tutuyorsun.Yataktan kalkıp pencereye giderken soğuk yer döşemesine çıplak ayaklarınla basıyorsun. altmış dört yaşındasın. dışarıda hava gri, neredeyse beyaz, görünürde güneş yok. kendine soruyorsun:                             Daha kaç sabah kaldı?                                                             

Bir kapı kapandı. bir başka kapı açıldı. hayatının kışına girdin."


Bu cümle mıh gibi kazınıyor zihnime...Brooklyn kışlarının soğuğu kalbimi dondururken, Mim'in sözcükleri yüreğimde kora dönüşüyor.


"Bunun hiç başına gelmeyeceğini, gelemeyeceğini, dünyada bunlardan hiçbirinin başına gelemeyeceği tek kişi olduğunu sanırsın; sonra tıpkı herkese olduğu gibi hepsi teker teker senin de başına gelmeye başlar.
 İş işten geçmeden konuş şimdi ve söyleyecek başka hiçbir şey kalmayıncaya kadar da konuşabilmek umudunu taşı. Ne de olsa zaman azalıyor. Belki de şimdilik hikayelerini bir yana bırakıp hayatının anımsadığın ilk gününden bugüne kadar bu bedenin içinde yaşamanın nasıl bir duygu olduğunu incelemeye çalışsan iyi olur.'' diyor Auster. 

Zaman azalıyor olsa da, geçmiş geçmiş, gelecek de henüz gelmemiştir.Yaşanan tek an, şu andır.
Oysa insan yaşarken bunun  en son farkına varıyor. İçinde yaşadığı anın kıymetini zamanla, zamanı azaldıkça öğreniyor.

Akıl kuşum kulağıma ''Bırak, geçmiş hoş bir anı olarak kalsın ve gelecek umutla dolsun''diye fısıldıyor. Mutluluğu yalnızca şu anda yaşa. Mutluluk  bir an kadar kısa, bir an kadar uzundur.

Çünkü her gün, başlı başına bir hayattır. 
 
Söz uçar yazı kalır. Doğum günün kutlu olsun Mim'im