3 Şubat 2024 Cumartesi

Elimize alacağımız bir avuç kar yüreğimizde bir dünya sevgiye yer açar.

Benim çocukluğumda hatta gençlik yıllarımda hatta 10 sene öncesine kadar kış aylarında kar yağması en doğal durumdu. Kar tanelerinin doğanın canlılara sunduğu bir mucize olduğunu düşünmüşümdür her zaman.

Bir zamanlar bizim coğrafyamızda karın yağması yılın sadece kış ayında bir ve/veya birkaç kez yaşayabildiğimiz doğa ananın bir ritüeliydi. Yağmaya başlayınca çocuksu bir sevinç duyardım. Kristal taneciklerinin, gün ışığıyla dansının  ortaya çıkardığı o eşsiz güzellik bembeyaz örtüsüyle tüm pisliklerin, sahteliklerin, kötülüklerin üstünü örtermiş gibi gelirdi bana. İçinde inanılmaz mucizeler barındıran kar tanelerinin her biri birbirinden farklı kristaller olarak gökyüzünden yeryüzüne inip, çocuksu saflığın temizliğini sunardı yüreklerimize. Yeni yağmış kar, ses dalgalarını absorbe ettiği için ortamın daha sessiz olmasına,  neden olduğu huzur, sakinlik, güven, teslimiyet hisleriyle doldururdu içimizi. 

Çocukluğumda karın yağmasını, sıcacık kaloriferin üzerine oturup, annemin getirdiği sıcak kakaolu sütü içerek seyreder, karın durmasıyla sımsıkı giyinip, buzdolabında kalan son havucu ve iki zeytini kapıp kardan adam yapmaya,  kartopu oynamaya çıkardık. Yorulmuş ve sırıksıklam olarak sıcacık evimize girdiğimizde, mutluluğu tarifi et deseler galiba o günleri anlatırdım. 

Sonraki nesil için şehirleşmenin etkisiyle karın yağışı ertesi gün okulun tatil olması anlamına gelmeye başladı. Mutluluğun tarifi değişti. Yine de bir kar yağışı vardı ve bu bile insanı mutlu etmeye yetiyordu. Mim ile  gece yağan kar seyretme ritüelimiz vardı. Salonun tüm perdelerini açar, ışıkları söndürüp  mum ışığında dışarıda sakince yağan karı seyrederken hatırlıyorum bizi. Huzuru tarif et deseler sanırım o anları anlatırdım.

Oysa bugün karı beklemek yerine kara gitmeye mecbur kalır olduk. 

Yaşamın gerçekleri doğa kitabında yazılıdır. Okumasını öğrenmeye çalışmak, varoluş gerçeğimize açılan birer kapıdır. Eşsiz bir doğa olayı olan her bir kar tanesi, fraktal yapıdadır. Bu yapı farklı ölçeklerde tekrarlanan ve çok ilginç bir görsel efekt oluşturan geometrik şekillerdir.  Prizmalar, altıgen plakalar, yıldızlar olarak bir araya gelen buz kristalleri, hepsinin altı tarafı olmasına rağmen, her kar tanesini benzersiz kılar. Sıcaklık ne kadar düşükse, kar tanesi o kadar basit ve boyutu o kadar küçük olur. Kar kristalleri doğanın matematiğinin somutlanmış göstergeleridir.

Hem sonra kar sağlık demektir. Soğukluğunun altında bizi hasta eden mikropları öldürür. Kar düşmeden kış sebzeleri lahana, kereviz, pırasa, brokkoli, pancar lezzetlenmez. Kar düşerse gelecek bahara bereket verir, bitkiler, ağaçlar, sebze ve meyveler bol mahsul verir derdi Şaman atalarımız. Ayrıca biriken kar kristalleri arasında oluşan hava transferi az olduğundan kış uykusuna yatan canlılar ve Eskimolar gibi pek çok canlı karın bu yalıtım özelliğinden yararlanır. 


Bu güne gelecek olursak İstanbul'da artık kar yağamıyor. Hava yeterince soğusa bile şehrin kalabalık yapısı binaların, araçların çıkardığı sıcak hava, daha kar tanecikleri yere düşmeden onları eritiyor. Silivri’ye kadar gelip, İstanbul merkezinin kapısına dayanan yağış, kent merkezinde gelindiğinde yağmura dönüşüyor. Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Meteoroloji Laboratuvarına göre bu duruma iklim değişikliğinin de etkisi var. Kar yağışı için deniz suyu sıcaklıklarının 8 derecelere kadar inmesi gerekiyormuş. Çünkü biriken enerjinin yani iklim değişikliğinden kaynaklı biriken enerjinin büyük bir kısmını da denizler absorbe ediyormuş. Bu yüzden de deniz suyu sıcaklıkları kar yağışı için gereken derecelere inemiyor. 

Meteoroloji bile bu etkenler sebebiyle tahminlerindc gerçeği yakalayamıyor. Her gün haber başlıklarında ''İstanbul'a Kar Ne Zaman Yağacak?'' cümlesine bakıp umut beslemekten çoktan vazgeçtim. 

Doğan Cücenoğlu Mış Gibi Yaşamlar kitabında ''Biz insanlar doğayla uyum içinde yaşamayı seçip seçmemekte özgür değiliz, buna mecburuz. İnsanlığın geleceği buna bağlı. Süreç çok yavaş olduğu için fark edemiyoruz, ama doğayı yok ediyoruz, yağmalıyoruz. Doğanın tolerans sınırını geçince yine çok yavaş olarak doğa da bizi yok etmeye başlayacaktır. Hem bireysel düzeyde hem de toplumsal düzeyde'' 

Bu gerçek bir saptama. Bence bunun daha da ötesinde doğanın tolerans sınırı çoktan doldu. Sadece bedenlerimiz değil ruhlarımız da köreliyor. Doğanın cömertce sunduklarının değerini bilemeyip, onlardan mahrum kanldıkça biz de bedenen ve ruhen yok oluyoruz.Yere düşen her kar tanesinde yaşam ne kadar temiz ve safsa, yokluğunda o kadar siyah. Lapa lapa yağan kar, yaşamsal bir hediyedir. Dilerim  insanoğlu bu değerli hediyenin öneminin bilincine çok geç olmadan varır...

Çünkü elimize alacağımız bir avuç kar yüreğimizde bir dünya sevgiye yer açar.