2 Eylül 2010 Perşembe

Datça'da Sarıca Yaz


İlk gittiğimde yıl 1993tu. Marmaris'e kadar yol çok uzun gelmiş, sıcaktan bunalmış yorulmuştum. Eşim az kaldı dedi.Marmaris'ten sonra geldik sayılır....
Oysa ben hemen geleceğiz sanmıştım. Bırakın hemen gelmeyi, korku filmi gibi. Viraj üstüne viraj üstelik dağların tepelerinde daracık bir yol, bir arabanın dahi zor geçtiği. Manzaranın güzelliğini görecek halim yok. Kartal yuvalarının yanından tek tekerleğimiz uçurumda geçerken, karşıdan araç gelmesin diye dualar ediyor, bir taraftan da gözlerimdeki yaşları gizlemeye uğraşıyordum. Ne kadar böyle sürdü tahmin bile edemiyorum.Kan ter içinde kalmıştım.Tamam bitti geldik derken yol tekrar kıvrılıyor, yine bir tepe yine bir viraj. Ağlayarak "Birdaha beni buraya hiçbir kuvvet getiremez" dediğimi hatırlıyorum.

Gidiş o gidiş tam 16 yıldır her sene gitmek için can attığımız, havasını, suyunu, balını, bademini, balığını tatmadan duramadığımız DATÇA, bizim yeryüzündeki cennetimiz oluverdi. Çocuklar orada büyüdü. Bir gün herşeyi bırakıp orada yaşamak isteği, her daim hayallerimizi süsledi. Hala süslüyor. Ne zaman biraz bunalsak, sadece gözlerimizi kapatıp, tatlı tatlı esen kuzey rüzgarının okaliptüs narpız ve kekik karışımı kokusunu burnumuzda duyar, engin derin, koyu mavi denizinin serin suyunu tenimizde hissedince dahi mutlu oluruz.
Yel değirmenlerine geldiğimizde arabanın camından başımızı çıkarıp avazımız çıktığı kadar bağırırız. "Datça biz geldik" Kimyamız değişiverir. Havasının öyle bir bileşeni vardır ki beynimize mutluluk pompalar sanki.Apollon, Afrodit, Demeter gibi ölümsüz tanrılar gibi, uzun gümüşi yapraklı ölmez denilen zeytin ağacı da ölümsüz otu da mesken tutmuş güzelim Datça'yı. Hangi bir güzelliği anlatsam, Eski Datça'nın taş evlerini, kabak çiçekleri dolu bahçelerini, arnavut kaldırımlarını, uyuklayan kedileri mi, cuma akşamı kurulup ertesi günün akşamına dek devam eden pazarında satılan taze sebze meyvelerin, peynir bal bademin, datça dokuma bezlerinin zenginliğini mi, hayatımda yediğim en büyük ama lezzetli barbunları mı bahar ayında çiçek açan bademlerin güzelliğini mi, lezzetini mi, her biri birbirinden eşsiz bakir koylarını mi, sanki doğal eczane olan florasını mı, Knidos fenerinin altında güneşin kendini denizin kucağına bırakışını mı yoksa Kargı koyunda akşam güneş çekilirken, denize karşı satsuma ile içilen serinliği mi?
Ben anlatmayayım iyisi mi Datça'ya giderseniz anlarsınız.

Şimdilerde Datça'da Sarıca Yaz başladı.Senenin yorgunluğunu Datçanın serin sularına bırakıp, ruhlarını yıkayan kalabalık yaşam sevinçlerini bavullarına doldurup şehirlerine çekilince başlar Datçanın Sarıca yazı.Bu dönemde poyraz bir anda yükselir, ani bir sıcaklık başlar ve poyraz dinip meltem esmeye başlar. Benim ruhum da sarıca yazı yaşıyor şu sıralar. Poyraz dindi,meltem esiyor artık ruhumda. Hayallerimde Datça, kalbimde aşk. Datça'ya gidesim var.

Bu arada geçen yaz okumuş çok keyif almıştım, sizlerle de paylaşmak istedim. Okurken sayfaların arasında kendinizi Datça'nın güzellikleri arasında buluvereceğiniz bir roman yazmış Özlem Tangut. Ben çok severek okudum.
Sevgiyle kalın

2 yorum:

  1. Leylak Dalı ile tanıştığım gibi seninle de tanışma fırsatım doğacak desene.Ben Marmaris'te yaşıyorum.Datça benim da aşık olduğum bir yer.Son senelerde yollarını epey düzelttiler ama malesef dediğin gibi ulaşılması zor...
    Belki de bu kadar vazgeçilmez olması yolun sonundaki görüntüdedir kim bilir.
    Büyülü Datça :)

    YanıtlaSil
  2. Datça aşkı başka türlü bir aşk. Anlatılmaz yaşanır. Sizinle kalplerimiz karşı karşıya.Ben de birgün tanışmaktan memnun olurum, kim bilir birgün bir yerde yollarımız kesişir, orası neden Datça olmasın?

    YanıtlaSil