Oğuz Atay'ın "Tabiat sırlarını bakmasını bilene verirmiş" sözü üzerine düşünülecek ve ilave edilecek o kadar çok olgu var ki. Doğa yasaları insan bilincinden istencinden bağımsız, zorunlu, nesnel ve nedensel bütünlük oluşturarak birbirlerinden koparılmaz bir bütünlük içerisinde ola gelirler ve insan zekası tarafından keşfedilmeyi beklerler. Bunu başarabilmek için ise insan sanatı, bilimi bir araç olarak kullanır.
Pera Müzesi geçtiğimiz günlerde bir sergiye ev sahipliği yaptı. Katherine Behar'ın Veri Girişi –Data Entry- başlığını taşıyor. Veri Girişi, Behar’ın 2008 yılında Matter Over Mind yazısında sorduğu “Dünyamızı gelişmiş teknolojilerle paylaşmak ne anlama geliyor?” teması üzerine oluşmuş bir sergi. Oldukça etkilendim. Sanat'ın bilimle kol kola girerek insan zekasına datalar göndermeye başladığı süreci büyük bir hayranlıkla seyretmekteyim. Zihnimde oluşan farkındalığın, duvarları yıkan aydınlığını ise büyük bir hayranlıkla izlerken merakımın sınırları beni daha çok izlemeye daha çok anlamaya sevk ediyor.
Yukarıdaki fotoğraf sergide "Çirkin Parçalar Bile" adını taşıyor. Sanatçının oluşturduğu çıkardığı rahatsızlık verici bir gürültüyle çalışan mekanizma her anımızın kayıt altına alındığı çağımızı anlatmak üzere verilerimizi küçük plakalara işlemekle meşguldü.İşlediği plakalar şeffaf bir plastik madde olarak işleniyor ve verilerin alınmasında düzeneği ışıklarıyla hareketli hale getiren mauselerin şeklini alarak şeffaf plakalara dönüşüyorlardı. Mekanizmanın hemen yanında üst üste birikmiş geçmiş şeffaf veri plakaları atık şeklinde üstüste yığılı durmaktaydı. Verilerin şeffaf plastikler şeklinde betimlemesi beni oldukça düşündürdü. Ortaya çıkan ürünün çirkin ama şeffaf oluşu saflığı, sadeliği şeffaflığı yansıtıyor gibi geldi bana. Atıklar şeffafsa o halde nerede kirleniyorduk?
Bu saf atıkları dijital sistem aracılığıyla kayıt altına alarak çıkarları doğrultusunda okuyanlar mı kirletiyor? Katherina Behar u sorguma şu cümlesiyle cevap veriyor.
“Kullanıcı/araç esareti dinamiğinde boy gösteren bu çirkin parçalardan biri, nefretimizin bir sınıfsal önyargı kalıntısını maskeliyor olma ihtimalidir. Dijital araçlar küresel kapitalist üretimin cansız, sendikasız, sömürülen işçi sınıfı değil midir?”
"Yanlış mühendislik adımları, tasarım gafları, arterleri tıkar,koridorları kirletir, ticari arzu devrelerini sıkıştırır. Bu kadar büyüyen bir çöp kültürün dijital süprüntülerini küçümsemek kolaydır. Fakat kendimizi yarattığımız ve nefret ettiğimiz ürünlerin içinde düşününce, insani sınırlarımızın üstesinden gelmek için yeni teknolojiler yaratarak ve onların kaçınılmaz eksikliklerine bağlı olarak donanımımızı güçlendirir, karşılıklı bir etkile(n)me döngüsüne gireriz. Dolayısıyla şöyle sormalıyız "Kendimizi parça parça teknolojiye kodlarken "çirkin parçalar" ın başına ne gelir? Onlar da kalanlar gibi çoğalır mı?
Kullanıcı/araç esareti dinamiğinde boy gösteren bu çirkin parçalardan biri, nefretimizin bir sınıfsal önyargı kalıntısını maskeliyor olma ihtimalidir.Dijital araçlar global kapitalist üretimin cansız, sendikasız, sömürülen işçi sınıfı değil midir? Her hafta hiç şikayet etmeden 7/24 çalışmaya programlanan günümüz yazılım ve donanım orduları, modernist "robotik" ekmek rüyasını gerçekleştirmiyor mu? Başka bir dünyada yoldaş bir tür olarak görebileceğimiz makinelerin eskime sürati, onlara karşı kayıtsızlığımızı apaçık ortaya koyuyor. Bize köle olmalarını kabul etmeye hevesli olsak da onları daha hızlı, daha güçlü, daha yeni modeller için hemen gözden çıkarıyoruz. Köleliği ve onun kitlesel ucuz emeğini nesneler dünyasına dek genişletebildik mi?
Eğer ticari döngülerin eşi görülmemiş hızlanışını yaşıyor olmasaydık bu sorular yalnızca bilim-kurgu türünü ilgilendirirdi. Bu hızlanma üretim ve tüketimi iç içe geçirmekle veya çalışma ile boş zamanı ayırt edilemez hale getirmekle kalmıyor, bugün artık üreten ile ürün arasındaki kesin ayrımları da ortada kaldırıyor."Benlik" bir medya ürünü olduğunda ve medya olarak tüketildiğinde medya olarak benliklerimizin de dijital profileme, takip edilme ve etiketleme gibi yollarla sömürmeye ne kadar elverişli hale geldiğini görebiliyoruz. biz de medyaya dönüştüğümüzde, tüketici teknolojilerini umursamayı telkin eden buyruk kulağa sadece biraz komik geliyor."
oğuz atay sergi ve notların. işte sanat ne güzel bişi yaaaa of sanatsız çekilmez bu dünya :)
YanıtlaSilSanat en güçlü antidepresan.
YanıtlaSil