29 Temmuz 2010 Perşembe

Hazineniz yüreğinizin olduğu yerdedir


Yönetmenliğini Semih Kaplanoğlu'nun yaptığı Yumurta- Süt- Bal üçlemesinin ilk filmi "Yumurta" yurt içi ve yurtdışında pek çok ödül alırken pek çok sinema sever tarafından değim yerindeyse taşlanması beni çok düşündürdü.Bu durum sanırım seyircinin bir koltuğa yayılıp, filmin, yönetmenin ve oyuncuların sunduklarını zahmetsizce almak yerine, onu kendi içinde yolculuğa çıkararak, düşündürmek istediği fikri, duyguyu yada düşünceyi seyirciye buldurmaya çalışan filmlere fazla alışık olmamasına bağlıyorum. Yönetmenliğini Semih Kaplanoğlunun yaptığı Yumurta filmi, taşradaki yaşamını bırakıp büyük şehre göç eden ama orada yer yurt bulamayan, uyumsuz ve sıkıntılı genç bir şair Yusuf'un, annesinin ölümü üzerine dönüşünü ve bu dönüşün aslında kendi içine dönüş olarak ortaya çıkan yolculuğunu anlatıyor.
Bazı filmler vardır, bazı kitaplar gibi, ille her seyredenin/okuyanın aynı sonucu çıkarması mümkün olmayan. Bu da öyle bir film işte. Filmi ilk duyduğumda ismi çok değişik geldi bana. Neden "yumurta" diye düşündüm.
Filmi seyrettikten sonra anladım ki yumurta bir başlangıcı, içinde yaşamın tohumunu gizleyen ve bir zaman sonra parçalanarak içinden çıkan yaşamı simgeler. Yusuf'un yeniden doğumu, simgesel bir dille anlatılmaya çalışılıyor filmde. Ama her doğum gibi bu doğum da sancılı. Yusuf'un düştüğü kuyudan çıkması, yumurtasının kabuğunu çatlatması da her zor doğum gibi zaman alıyor.
Film bir yumurtanın yere düşüp kırılması ile başlıyor. Yumurtanın “içindeki yaşam” tüm çıplaklığıyla yere saçılarak yok oluyor. Ve bunun Yusuf’u ürküterek uyandıran bir rüya olduğunu görüyoruz. Yusuf kadraja işte bu ölüm korkusuyla beraber giriyor ve film boyunca Yusuf’a bu yolculuğunda eşlik ediyor. Yusuf yolculuğu sırasında, kendi içine dönüp, kendine ve çevresine olan uzaklığının köklerini ararken seyirci de kendini bu yolculuğa dahil ediyor. Yusuf’un teker teker çözdüğü düyümleri izlerken, aradaki bu uzaklığı kapatıp “yaklaşmasını” izliyoruz. Tüm bu yakınlaşma çabasında kendisine eşlik eden ölüm ve yalnızlık korkularının tıpkı baştaki yumurta gibi bu mekanda sembolleştirildiğini görüyoruz ve bekliyoruz Yusuf’un içine düştüğü kuyudan çıkışını. Yusuf kuyudan çıkamıyor. Orada, o durağanlıkta, kameranın önünde kalarak, görmek zorunda kalıyor insanların kendisiyle ilgili besledikleri fakat gerçekleşmeyen umutlarını, kendisinin hiç inanmadığı fakat insanların hayatlarını bağladıkları inançları, kendi yaşamı sabit dururken arkadaşlarının değişen yaşamlarını. Yusuf görmek zorunda kalıyor aslında, içinde mahsur kaldığı kuyuyu kendi elleriyle yaptığını. Yusuf'un düşmanlarının aslında kendi duyguları olduğunu. O sürekli huzursuzluk durumu içindeyken tehlikenin dışarıda değil, içeride olduğunu ve içerdekini fark etmek dışarıdakini fark etmekten daha zor olduğunu. Bu korkular karşısında önce onları bulup çıkartmasını ve savaşarak yok etmek için kahramanın ruhuna yolculuk yapmaya karar vermesini izliyoruz aslında.
Dipnot yayınlarından çıkan Seçil Büker ve Hasan Akbulut’un ortak çalışması olan Yumurta: Ruha Yolculuk kitabını gördüm bir kitapçının rafında. Belki kendi zihninizde yarattığınız kahramanlarla kitabı okumak faklı bir keyif sunabilir diye düşünüyorum. Büker ve Akbulut’un belirttikleri gibi, Yumurta filminde Yusuf, doğup büyüdüğü kasabasına, dolayısıyla geçmişine doğru bir yolculukta olsa da, geçmişi yücelten unsurlara yaslanmaz.Bu bir tür nostaljik bir duyguya kapıldığı anlamına gelmez. Burada geçmişin hatırlanması bir yeniden doğuşun biçim içeriğini sunar. Büker ve Akbulut, filmin iki farklı zamanı karşı karşıya koymadığını, dolayısıyla zamanın bir kipliğini övüp diğerini ise yermediğini ifade ederler.
Kitapta “Hazineniz yüreğinizin olduğu yerdedir” deniyor. Hazineyi aramak için filmde olduğu gibi çocukluğunuza, hatırlayabildiğiniz kadar derinlerinize yolculuk etmeniz gerekiyor.Bütün bu çocukluğa dair anılar... Sanki hayatın başladığı yer, hani hepimiz için olması gerektiği düşünülen. Çünkü içerde olana dair yolculuk ancak hatırlanarak ve yaşanılarak açığa çıkarılabilinir. Kişinin belleğinde olanın değil, özellikle mekanın kendisinin, kişide kendini hatırlatmasıdır istenen. Mekana girdiğinizde, zaman mekanla özdeşleşir, zaman mefhumu yok olur ve zaman mekanın içinde erir gider. Yaşananlar şimdi de canlanmaya başlar. Başlangıçta anlarla başlar, yavaş yavaş yaşanmış bitti zannettiğiniz her an sizi bir yerlere çağırır. Nesneler, durumlar, insanlar ve hatta rüyalarla karşınıza çıkar. Bu anıların kendilerini hatırlatmasının bir nedeni mekanın, her yerinin dokunabilir olmasıdır. Zamanın mekanla bütünleşmesi çocukluğunuzu, eski arkadaşlarınızı, uğraşılarınızı, sevdiklerinizi, ilk aşkınızı yeniden hatırlatır. Anın akrep ve yelkovanı geçmişe sabitlenir.
Aynı temaya Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi kitabında da raslıyorum.Eşyalarının hiç değiştirilmediği, yaşadığı umutsuz aşkın izlerinin silinmesine izin vermemek için zaman zaman sığındığı evden bahseder yazar. Çocukluğumun geçtiği mekana, hiçbir eşyasına dokunulmadan kalmış evime yaptığım yolculuklarda hissettiklerim bu yazarların duygularını yazıya dökmekteki hünerlerine şapka çıkarttırdı bana. Zamanın anlarında yolculuğa çıkmak nasıl bir duygudur hiç tattınız mı? Gözünüze bir zamanlar kocaman gelen mekanların gerçekte ne kadar küçük olduklarına tanık olmak, çocukluğunuzda oynadığınız oyuncağın, gençliğinizde duvarınıza yapıştırdığınız bir posterin, özlemleriyle yüreğinizin titrediği anne babanızın mutfak sofrasındaki sesleri, kardeşinizle oynadığınız oyunların fısıltıları ne kadar tanıdıksa bir o kadar sızı veriyor.Ayrılmak istemiyorsunuz, ayrılırsanız sizi saran büyünün bozulup, o anın yok olacağı endişesiyle ayrılamıyorsunuz. O ev zaman zaman yolculuk ettiğim bir müze benim için de. Çünkü bu yolculuk ruhumun mutluluk yolculuğu.

2 yorum:

  1. Süt ve Bal'ı da izlediniz mi? Onlar da harikaydı. Süt'te oyuncularda oturmamışlıklar buldum ama Bal gerçekten olağanüstü geldi bana. İzlemediyseniz hiç vakti kaybetmeyin derim.
    Sevgiler, Ankara konusundaki görüşlerinize sonuna kadar katılıyorum...

    YanıtlaSil
  2. Yorumunuza teşekkürler. Üçleminin sonuncu filmi Bal, hem görsel hem de düşünsel daha nahif bir anlatımı var. Bu belki Yusuf'un çocukluğunun getirdiği bir saflık ve içtenlikten kaynaklanıyor. Çocuğun hayatla karşılaşması, hayatı anlaması ya da yanlış anlaması, umutları, rüyaları, korkuları, duyguların öğrenilmesi filmde anlatılmak istenen temayı ferahlatıyor. Görsel beslemeler de müthiş. Fırtına vadisinin Karadeniz'in görkemi. Karakovan balının geleneksel yapıldığı çamlıhemsinin doğası ve ulu gürgen ağaçları filmi daha etkileyici kılmış. Kaçırılmaması gereken klasik seri.bence de izlemediyseniz hiç vakit kaybetmeyin...

    YanıtlaSil