29 Nisan 2011 Cuma

Göçmüş Kediler Bahçesi


Kedilerden felsefe yapılır mı? Hem de nasıl. Koca bir evrene sığdıramazsınız. Ben bu kitabı çok sevdim. Sevgili Bilge Karasu ile geçmişten, bugüne, evrende farklı dünyalarda uzayın bir köşesinden, düşünce kuşunun kanatlarında yakaladık. Ne yazık ki onu, sözcüklerden yapılmış bir kafese konulduğunda kanatlarını açtı ama uçamadı. O halde Sevgili Bilge Karasu'nun düşüncelerini sizlerin belleklerine gönderiyorum ki onu kafesten kurtarıp UÇURABİLESİNİZ diye...
....
Göçme oyunu sözünü o da açıklamamıştı ama. Göçme oyunun oynandığı
bahçeye Göçmüşler Bahçesi adını bilerek verebilirdim ama o sözü, daha hiçbir
şey bilmezken uydurmuştum. Sonra başka bir şey geldi usuma o ara. Burası,
göçmüşlerin bahçesi değildi, göçecek kedilerin çekilip gözden ırak ölmeğe
baktıkları yeriydi herhalde bu kentin; Göçmüş Kediler Bahçesiydi bu.

Göz göze geldik gene. Usumdan geçenleri bilirmiş gibi, biraz alaycı
bir gülümsemeyle, başını "evet" dercesine sallıyordu. Başkan hâlâ düşünüyordu.
Kendi oyunumu oynamağa başladım.

Sen beni yaşatabilirsin, diye geçirdim içimden.
Başı, gene, evet, dedi.
Ama yaşatmak istemiyorsun çünkü sen
Başı, evet, ben?.. dedi.
Sevildiğini bilmek istersin.
Evet.
Ama sevildiğinin söylenmesini istemezsin. Beni söylenmemiş bir sevgide
boğabilirsin.
Evet.
Çünkü...
Çünkü?..
Bilemiyorum. Galiba... Korkuyorsun.
Evet.
Oyunu kestim. Tatsızlaşıyordu.
Kesmedi o.
Bekliyorum, dedi, evet...
Vazgeç, dedim başımla. Başka öksürdü. Kıpırdamıştım. Dondum.

Ağaçların arasında dönmeden önce bacaklarıma sürünen kediye bile
bakmadım. Kedi geçti gitti. Açtı; yorgundu belki. Ölmüştür şimdi. Göçmüştür bu
bahçede.

Kedilere benzeyebilseydik keşke. Öyle diyesim geliyor sık sık, bu son
yıllarda. Yaşadıkları anın iyicene farkındalar gibi. Bir şey bekliyorlarsa bir
deliğin başında, onları oyalayıp oradan uzaklaştırmak pek güç. Bildikleri bir
yerde bildikleri bir iş görülürken, her gün seyrettikleri, kendilerince
katıldıkları (anlayamadığımız, bakarak da bir işe katılınabilirliğidir) o işe
sanki ilk kez bakacaklarmış gibi, uyuklamakta oldukları yerden kalkmağa
üşenmeden gidip seyrederler yapılanları... Uykularının hangi katındalarsa, o
katın uykusunu yaşarlar.
.......
Kedi sevmek, kedinin kendisini seven kendinin de sevdiği kişi karşısındaki umursamaz bağımsızlığını baştan kabul etmek demektir. O umursamaz bağımsızlığı, sırası gelince, kendi de göstermek olanağını- çocukça bir haklılık duygusuyla- elinde tutmak demektir. Kedi kendi canı istediği zaman sokulur size, canı istemiyorsa, çağrılarınızı karşılıksız bırakır. Üç beş okşayışta mırıltılar, gırıltılar başlar, bunlar gitgide yükselir, bir birliktelik kurulmuştur. Ya siz bir kımıltınızla, onun rahatını bozduğunuz için, ya da o , uyarım doygunluğuna eriştiği için, bu birliktelik bir anda çatışma halini alabilir.Kedinin nankörlüğü denen, denegelen bu bencilliğidir.İnsanca davranış kurallarından esinlenerek, hayvana yakıştırdığımız bir bencillik...Kedi verdiği azrak mutluluğun ne kadar bilincindedir,bilemem ama, biz bu mutlulukların azraklığı ölçüsünde mutlu oluveririz onun. Sonra günü gelir, bir sokulganlık karşısında, bir naz bir cilve karşısında kendi usancımızı ve ilgisizliğimizi, kedilere öykünerek gösteriveririz. Kedi şaşırır, Oyunun kuralı, baştan edinegelmiş kuralı, kedinin kedi, insanın da insan olması değil miydi?

Bir kediyi sevişimizde, kedinin bencilliği karşisinda kendi üstünlüğümüzün tanrılara yakışır hoşgörüsü, bağlayıcılığı, yargılayıcılığı ile çıkarız. Aşılmaz, ötesine geçilmesi düşünülmeyecek büyüklüğümüz, her kusuru bağışlarken, o kusurları işleyeni de bir yandan ezer. Ama bu yükseklik, gördüğü görebileceği sevginin bir kırıntısından bile yoksun kalmamak kaygısı içinde, başta sevdikleri olmak üzere herkesin her yaptığına eyvallah diyen, kimseyi gücendirmemek, kırmamak kendinden uzaklaştırmamak karabasanı içinde kıvranan, kendini herkesin en altında gören kişinin zırhı olmaz mı? Bu sevgi türü bir tür eşitsizliğe dayanmıştır bir temel eşitsizliğe... Oysa sevgiyi hep eşitlik terimleri içinde düşünür, tasarlar, düşleriz. Bencil, tekelci duygularla bu eşitliği alt üst ettiğimiz zaman bile, karşımızdakinin her hatasını bu eşitliği bozan bir davranış diye görüp mutsuzluklara düşmez miyiz? Haksızlığa bozulmak, temelde eşitliğe inanmak demek değil midir?
.......
Kedi sever gibi sevmemeliyiz sevdiklerimizi. Kendimi kaç kez suçüstü yakalayıverdim bu kedi sevilerinden birine usul usul kayarken. Oysa herkesin de ne gönül kandırıcı açıklamalarla, bu durumda başka bir şey yapılamayacağını gösterebilirdim kendime de. Kişioğlu ne de meraklıdır kolay olana!
Bizlerse, uydurduğumuz bir zamanla övünürken, her işimizi, her sözümüzü o
zamanın akışı içinde ötede, ileride, gelecekte varılacak, bir noktaya varmak
üzere yapılıyor ya da söyleniyor görürken, yapmakta, söylemekte olduğumuz şeyi
unutuveriyoruz. Bir ereğe yönelerek, bir erkek düşüne kapılarak giderken,
sonraları -biz göçtükten sonra- yaşamımız, daha da ileri vararak, YAZGIMIZ adı
verilecek bir dizi anın her birinin biricikliğini, değiştirilemezliğini,
yerine konmazlığını şuncacık olsun farketmiyoruz. (Bu yaşamın bölük pörçük
birkaç anısı bir iki yakınımızın belleğinde kalabilir ya, bunların bir
süreklilik, bir anlamlılık taşımış olabileceklerini bilecek tek kişi
-kendimiz- yokluğa karışmış gitmiştir artık). "Farketmiyoruz" dedim, meğer ki
gerçekten sonumuza yaklaşmış olalım. Yanılmıyorsam, kimimiz (yolun oralarında)
anlayıp öğreniyor kimi şeyi: Susup dinlemeği örneğin... Yaptığı, gördüğü,
işittiği her şeyin ağırlığını bir yerlerinde duymağı; bir çocuk gülüşünün, bir
güneş sızıntısının, bir gözyaşının avuçtaki yuvarlıklığını, ferahlatıcı
serinliğini, sayısızlığını ya da sayıya gelmezliğini; mutluluğun, acıyı,
sevinci art arda ayırım yapmaksızın yaşamak olabileceğini... Hele biraz
yaşlanılmışsa, görülen, işitilen, tadılan her şeye, geçmiş yaşantıların da
gelip desteklik, yastıklık edebileceğini...
........
Bu kitaptaki masallardan biri; "Usta beni öldürsen E!" başlığını taşıyor.
Sevgili Bilge karasu bu masalı yazarken, metnin oluşumunu anlatmak için şöyle diyor:
"Bu masalın oluşumundaki çekirdek, bir söz kalıbına girdiği zaman şu
biçimi almıştı: "Birinin ölmeğe başladığını görmek, bunun farkına varmak."
Şimdi, diyeceksiniz ki, her canlı; her yaratık; doğduğu anda ölmeğe
başlamıştır... Ama benim demek istediğim o değildi.
Yakınlarınız, yakından bildikleriniz, sevdikleriniz bir süre; sanki
hiç ölmeyecekmiş gibi gelir size. Bilginizle, bilincinizle, usunuzla, her
ölümlü gibi onların da öleceğini bilseniz bile, bu böyle. Kendi ölümümüz için
de aynı şey söz konusudur. Ama bir gün, bir im, küçük bir belirti, o düş
köşkününyıkılmağa başladığını haber verir size. Bilinçaltınız buna gene karşı
koyar ya, görmemezlikten gelemyeceğiniz bir şey yavaş yavaş size kendini kabul
ettirir. Çok yakınınızsa bu insan, birlikte yaşıyorsanız, ölümün adım adım
ilerlediğiini görürsünüz bu bildik bahçede.
"Birinin ölmeğe başladığını görmek, bunun farkına varmak..." en
azından iki kişiyi gerektirecek bir durumdu. Bu iki kişinin ilişkileri ne
olabilirdi?
Bilinçaltının bu çalışmadaki payını unutmamalı ya, bu, apayrı bir
konu. Yalnız, bu soru; zamanla; cambazlık konusuna, cambazlara, usta ile
çömeze götürdü beni. Ustasının ölümüne yol açmak korkusu içinde yaşayan çömez
ne olurdu? "diyor
1969 yılının nisan ayında yazmağa başladığı bu metin 1970 yılının
ağustos ayında bitmiş. Sadece bir metin iki yıl sürmüş. 14 adet masalın yer aldığı bu kitap, 1979 yılında ilk basımı yapmış. Gelin gerisini siz düşünün, şimdi iki ayda koca kitap yazanlara bakınca...

7 yorum:

  1. Snow' dan sonra bambaşka bir değer kazanmıştır bu satırlar eminim.
    Ara sıra birkaç resmini koysan da büyüyüp gelişmesine biz de tanık olsak?

    YanıtlaSil
  2. Bu arada kediden yola çıkarak "insan" la ilgili o ilk parça ve insan-yaşam- ölüm hakkında yazdıklari, o kadar ilgimi çekti ki. Her kelimesi her duygusu, tanıdık bildik.Okuma özürlü olmama rağmen edinecek ve okuyacağım bu kitabı. Yazar hakkında tek bildiğim pankreas kanseri yüzünden öldüğü. O da annemin hastalığı olduğu için aklımda kalmış.

    YanıtlaSil
  3. Asumancığım, çok teşekkürler yorumuna. Bana da ve her kedi sahibini de tanıdık gelecek satırlar bunlar. Onun için kedi felsefenin bir malzemesi. Okurken düşünmesini seviyorsan bu kitap çok başka. Seversin. Biraz yorar, ama durarak, özümseyerek, anlayarak okumak, okura çok şey katar, kazandırır.Ben yazarın kendisinin hayranıyımdır. Söylemleri ile eylemleri bir olan ilkeli insanlar, insanlık onurunun yüzakıdırlar. Sevgili Bilge Karasu da bu insanlardan birigöçmüş olsada bu hep böyle olacak. Zaten insan ne dir ki, yapıtlarıyla iz bırakmış insan ölümsüzdür. Adı söylendikçe, birilerinin kalbinde ve dilinde oldukça.

    YanıtlaSil
  4. Snow çok çok şeker. Haklısın her anını koysam yeridir. İlk fırsatta.

    YanıtlaSil
  5. ÇEVRENİZDE EKİŞE İHTİYACI OLAN VARMI?
    TOPTAN İÇGİYİM VE KOZMETİK ÜRÜNLERİ
    ÜCRETSİZ KATALOG İSTEYİN
    www.yoncatoptan.com

    YanıtlaSil
  6. Gocmus kediler bahcesi. Ilginc bir kitap. Sayende biz de bahcede gezindik. Farkli bir bakis acisi var yazarin

    YanıtlaSil
  7. Didemcim, Bilge Karasu düşünüleri ve eylemlerinde bir olan çok çok değerli bir yazar ve filozof. Üstelik türkçeyi kullanma becerisi çok üstün. Kesinlikle doğru tespit yapmışsın, farklı bir bakış açısı var, çünkü yazarlıktan öte bir filozof. İlkeliliğiyle, düşünceleriyle, eylemleriyle, yaşayışıyla örnek alınması gereken çok değer verdiğim kişidir.

    YanıtlaSil