Bu sene Kral Arthur'un, Yuvarlak Masa Şövalyelerinin, Sherlock Holmes'un, 007 James Bond'un, piramit çatılı kiretmitli birbirinin benzeri evlerin, yüzlerce yıllık İskoç Kaleleri'nin,Druid efsanelerinin, büyülü kılıç Excalibur’un, ölümsüz büyücü Merlin’in, Harry Potter'ın, Yüzüklerin Efendisi'nin, ancak büyüyle açıklanabilecek yeşillikte ve sadelikte ucsuz bucaksız toprakların, Beatles'ın, tüm dünyanın anlaştığı tek lisanın, yaşayan en köklü krallığın ve ilk modern demokrasinin, sanayi devriminin, Lorel ile Hardy’nin ülkesinden, uzunca süren temmuz ayı boyunca torbamda çokça hatıra biriktirerek döndüm .
İngiltere'nin yağmurlu ve sisli havası yaz boyunca devam eder. Sisten göz gözü görmeyen caddeler daha çok Oliver Twist' in yaşadığı zamanın Londra’sını anlatsa da, ben de yaz ortasında soğuktan titremedim, sabah güneşi beklerken soğuk bir sisle gözgöze gelme süprizi yaşamadım desem yalan olur. İngiltere’nin bu değişken ve güvenilmez havası İngilizler için tam bir “ice breaker”dir. Bu terim, birbirini tanımayan insanların aralarında sıcak bir diyalog oluşturmak ve buzları kırmak için seçilen bir huydur. Havanın ne kadar güzel ya da ne kadar kötü olduğundan uzun uzun bahseden bir İngiliz, bilin ki sizinle iletişim kurmaya çabalamaktadır. Konu da bir buzkırıcı olarak o günün havasıdır.
Çokça Atlas Okyanusuna açıldığı güney kıyılarının sahillerinde gözle görülelecek kadar denizin çekildiği gelgit olayını hayretle seyrederek, okyanus ürkütücülüğünde buz gibi sularla çıplak ayakların buluşması anlatılacak gibi bir şey değil.
Güneş, topraklarında batmadığının idaa edildiği ülkede, cılız ışınlarıyla veda ededursun, iyot kokusunun karıştığı özgürlük rüzgarlarını ciğerlerimize doldurup güne veda ediyoruz.
İngiltere deyince, kriket oyununun yanında at yarışlarından bahsetmemek olmaz. İngiliz yazar Lewis Carrol “Alice Harikalar Diyarında” adlı masal kitabında sihirli yiyecekler, nargile içen tırtıl, konuşan kedi, yumurta adam gibi sıra dışı kahramanlarla birlikte kötü kalpli Kupa Kraliçesi’nin tertip ettiği turnuvada filamingolara kriket oynatır. Bir saat boyunca seyretmeme rağmen nasıl oynandığını bir türlü çözemediğim Kriket, bitmek bilmeyen, oyuncularının hiç terlemeden yaptıkları bir spor dersem haksızlık etmiş olur muyum acaba... ?!! Ancak en az İngilizler kadar sıkıcı bir oyun olduğunu kesinlikle söyleyebilirim.
İngiltere'nin özellikle yukarı sınıf at yarışı takipçileri tarafından "Glorious Goodwood" olarak bilinen at yarışları Richmond Dükü'nün Goodwood Malikanesi yanında yer alan Goodwood At yarışları sahasında her yıl atlardan çok ingiliz aristokrat hanımların şıklık yarışı olarak gerçekleşmekte.
Sabahın erken saatinde dışarıdan duyabildiğim tek ses kuşlardan gelir. Havanın sıcak olduğu bir gün bu toprakların doğasının simgesi haline gelmiş meşe ağaçlarının gölgesini kullanmanıza gerek bile kalmaz.
Güneşe o kadar hasret kalırsınız ki, hafif bir serinlikle yüzünüze doğru ışıldayan güneş ışıklarını her an gelip gölgeleyecek bir bulutun istilasından korkarak bitirircesini hücrelerinize almak istiersiniz.Yayalar için ayrılmış yürüyüş yollarında, yol boyu civanperçemleri, sarı kantaronlar, papatyalar, böğürtlenler, fındık ağaçları arasında, yürüyüşe çıkmak doğal bir terapi gibi.
Bir göl kenarında oltalarınızı alıp balık tutabilirsiniz ama tuttuğunuz balıkları ölmesine izin vermeden suya geri bırakmak kaydıyla...?
Bu ülkede kuşlar bile daha bir özgür uçuyorlar sanki...
Bir ay boyunca, buraların sessizliğine, huzuruna, yeşilliğine bayağı alıştım diyebilirim, ancak bu his, günü 12 saat yaşayan insanlara alışmamı sağlayamadı. Nasıl olduğunu anlayamadığım bir hızla saat 5 oldu mu etrafta sanki bir sihirli değnekle dokunulup tüm insanlar balkabağına dönüştürülüyormuş gibi bir hisse kapılıyorum. Dükkanlar her günün aynı rutininde hızla kapatılıyorken, insanlar müthiş bir hızla ortadan kayboluyorlar.
Brighton, İngiltere'nin güney sahilinde geleneksel olarak Londralıların tercih etmesinden dolayı küçük Londra olarak adlandırdıkları, muhteşem bir saray olan Royal Pavilion'un yanı sıra, "Lanes"deki sıra dışı hazineleri, sahildeki Pier, fish and chips satıcıları, şezlongları, şehrin içine doğru antikacı ve kuyumcu dükkanları , sağlı sollu birbirinden ilginç dükkanları, rüzgarlı dar sokakları ile meşhur şirin bir sahil şehri. Artık Jamie's Italian'ı ile de anılıyor.
Menüden seçtiğim, Carbonara'nın içinde değişik lezzetleri barındıran tadı ağzımda bir lezzet patlamasına dönüştü. Tadı hala damağımda... Jamie'nin dediği gibi " I sould have been Italien" ??!!
Brigthon'daki Jamie's Italien o kadar kalabalık oluyor ki, rezervasyon yaptırmadan giremiyorsunuz. Makarnalar (Pastalar) kendi üretimleri. Çok zengin şarap rezervleri var. Sıcacık enerji taşan bir atmosfer, nefis gurme lezzeti ve seçilmiş şarap eşliğinde unutulmaz dakikaları anı defterine kaydediyoruz.
Ve bu bir ay süren anı kolleksiyonu serüvenim, Jamie Oliver'ın tasarımı kupayı alnımın teriyle kazanmış olarak kürkçü dükkanına dönüşle sonlandı :)))
Şimdi bir Big Spender ödüllü olarak boşalan kasayı doldurmak amacıyla, uzun süredir ayrı kaldığım iş yaşamına geri dönüş yaparak bir travma yaşamaktayım. Sanat yüklü faaliyetlerime, blog yazılarıma, her sabah huzurla kalkıp, miskinlik saatlerine veda ediyorum. Bu nedenle eskisi kadar sık yazamayacağım. Ama ben yine buradan sizleri okumaya devam edeceğim. Benim için dua edin, işlerin üstesinden kolayca gelmem için.
Şimdilik hoşçakalın, sevgiyle kalın.