21 Şubat 2017 Salı

Yaşamın Gizemi



      Şubat ayına özgü soğuk, yağmurlu bir İstanbul akşamında İstiklal caddesine doğru inerken gözüm 277 yıllık bir yapı olan eski Taksim Maksemi (Tarihi Su Deposu) şimdilerdeTaksim Cumhuriyet Sanat Galerisinde gözüm bir sergiye takıldı. Anadolu’da kumaş parçalarının biraraya getirilerek işlevsel hale getirilmesini sağlayan “Parçalı Bohça” tekniği ile oluşturduğu eserlerle Türkiye’yi tüm dünyaya tanıtan Sanatçı Elisabeth Strub Madzar'ın  Hayat Ağacı Grubu ile birlikte, “Elden Ele Yadigâr” ismini verdiği bir sergiydi. 

Patchwork'u hep çok sevmişimdir. Nerede görsem ilgimi çeker. Hiç düşünmeden girdim. Sergilenen patchworklere harcanan sabrın, emeğin, sevginin dışında beni çok etkileyen bir olayla da karşılaştım. Duvarda asılı Elisabeth'in Gizem adını verdiği eserinin yanında bir de mektup vardı. Mektubu okuyunca duvarda asılı  Patchwork ile ruhumun derinliklerine işleyen bir ısı hissettim ve olayı sizlerle paylaşmak istedim.

Biraz araştırınca yolları ilginç bir şekilde kesişen güzel kalpli insanların hikayesine tanık oldum.
Hayat içinde ne inanılmaz gizemler taşıyor. Sır yaşamın ayrıntılarında gizli. Yeter ki güzel bakmasını görmesini okumasını bilelim...



Gerçek bir patchwork (yamalı bohça) ustasıydı Elizabeth. Eserleri her yerde sergileniyor, büyük beğeni kazanıyordu. Eşi, Fransız asıllı Türk vatandaşı Mirko ile uzun yıllardır mutlu bir evliliği vardı. Tek mutsuzlukları, bir süreden beri Mirko’nun kronik böbrek hastası olması ve yaşamını diyaliz aletine bağımlı olarak sürdürmek zorunda oluşuydu. 
Sonra bir gün, bir mucize oldu. Hiç beklemedikleri bir anda, hastaneden kendilerine uygun bir böbrek bulunduğu haberi geldi. Apar topar ameliyata alınan eşinin o uzun ameliyattan başarıyla çıkması için dua ederek beklerken, garip bir şekilde uykuya dalmıştı Elizabeth. 

Rüyasında, uzun saçları omuzlarından aşağıya dökülen, beyazlar giymiş çok güzel bir genç kız, elinde tuttuğu bir bezi gülümseyerek kendisine uzatmaktaydı. Bu bezin üzerinde, yıldızlar ve parlak renklerle işlenmiş ilginç bir motif vardı. Elizabeth’in yıllar önce başladığı ama bir türlü tamamlayamayıp rafa kaldırdığı bir çalışmasına çok benziyordu bu motif. Silkinerek uyandığında, sevinçle eşinin kurtulduğu haberini aldı. Bu garip rüyanın etkisindeydi hálá. O zaman merak etti, eşine nakledilen böbreğin kimden alındığını sordu. 

16 yaşında aniden gelen bir baş ağrısıyla, bir beyin anevrizması nedeniyle hayata gözlerini yuman, gencecik bir kızdı böbreğin sahibi. Aile, beyin ölümü gerçekleşen kızları için inanılmaz bir cesaret isteyen kararı almış, organ naklini kabul etmişti.

Elizabeth’in eşiyle birlikte üç kişiye hayat veren bu genç kızın adı Gizem Damla Tuğtekin idi. O anda, eşine yeniden yaşam umudu taşıyan genç kızın aynı gün yapılacak cenazesine katılmaya karar verdi. Hem onu, hem de ailesini yakından tanımak istiyordu. Cenazeye gittiğinde, yakasına takılan resimde ve tabutun üzerinde bulunan resimdeki genç kızı görünce, donup kaldı. Bu genç kız, o gece eşi ameliyattayken rüyasında gördüğü genç kızdı.

Üstelik daha sonra tanışıp, dost olduğu ve hálá da görüştüğü aileden aldığı bilgilere göre Gizem, kısa yaşamı boyunca sanatla ve müzikle haşır neşir, müthiş yetenekli, resim yapan, el becerisi olan, olağanüstü bir genç kızdı.

Bu akıl almaz olaydan çok fazla etkilenen Elizabeth, tozlu raflara kaldırdığı, yarım bıraktığı çalışmasını yeniden ele almaya karar verdi. "Gizem" adını verdiği bu güzel çalışmayı tamamlarken, genç kızın ruhunun yeryüzünden öte aleme geçişini sembolize eden motiflerin dışında, Müslümanlık ve Hıristiyanlığın ortak simgelerini de bir araya getirerek, bir anlamda dinler arası kardeşliği de ifade etmek istedi.

Çalışmasını büyük bir titizlikle ve büyük bir sevgiyle uzunca bir sürede tamamlayabilmişti ancak. Ve yine beklenmedik bir şey oldu: Panoyu tamamladığı, iğnesini ipliğini bir kenara bıraktığı gün, annesinin ölüm haberini aldı Elizabeth. Artık, eşine hayat veren kızın anısına "Gizem" adını verdiği bu eşsiz eserinde, ölümün ve yaşamın sırlarının da saklı olduğuna inanıyordu. Elizabeth, bu eserinde Gizem’in ruhunun temizliğini ve saflığını simgelerken, her iki dinin kabul ettiği 10 emir ve cennete ulaşmak için kat edilecek evreleri ifade etmek istemiş. Dinlerin aslında, insanları bütünleştirmek amacı taşıdığını da anlatmış.


Gizem Damla Tuğtekin, kısacık yaşamında, ardında çok büyük bir sevgi seli bıraktı. İki böbreği ve karaciğeri artık yaşam umudu kalmamış insanlara ömür kattı. Kalbi de nakledilecekti ama doktorlar ritim bozukluğu saptanan kalbinin nakledilmesini uygun görmediler. Annesi İlten Hanım "Yalnızca gözlerini vermeye kıyamadım" demişti. "Organları hiç değilse başka genç insanları kurtarsın istedik."

Bu örnek aile, çocuklarının organlarını bağışlamakla da yetinmediler. Lösemili Çocuklar Vakfı’na da 1999 senesinde 3 milyar liralık bir bağışta bulundular. Bu yüzden vakıftaki odalardan birine Gizem’in adı verildi.

Bu konudaki en güzel sözü belki de şu anda Gizem’in organlarından birini taşıyan 21 yaşındaki genç kız dile getirmiş: "Bu sanki doğanın acı bir kanunu. Birilerinin acıları üzerine mutluluk kurmak, insana çok zor geliyor. Birinin ölümü üzerinden yaşama bağlanmak... Bu da yaşamın bir cilvesi işte!"

www.hurriyet.com.tr/gizem-damla-tugtekin-in-ve-onun-hayat-verdigi-insanlarin-oykusu-3820799


13 Şubat 2017 Pazartesi

HASRET





Özleyip sarılamamak 
Hissedip dokunamamak 
Söyleyip konuşamamak 
Anlayıp inanamamak varmış kaderde...

DS

12 Şubat 2017 Pazar

Ağaçların Bayramı



Tüm insanlık için evrensel bir anlam taşıyan değerler vardır. Tarih boyunca doğanın dilini okumaya çalışan insanlar elde ettikleri bilgileri bir ritüel haline getirerek gelecek kuşaklara aktarmışlardır. İnsan doğası gereği iyiyi ve kötüyü içinde taşır. Zaman zaman ağırlıklı olarak hangi yönü ağır geldiyse insanlık tarihi de bu yönüne göre yazılır. O nedenle insanlık tarihini süregenliği dizgesinde inceleyerek atalarımızın bizlere bıraktığı mirası doğru okuyabilmeliyiz. Aksi taktirde insanın hem kendi gerçeğine hem de insanlik gerçeğine ulaşabilmesi çok uzun zaman alacaktır.

Tu Bişvat'ı Yahudiliğin bir bayramı olarak değil ağaçların bayramını insanlığın evrensel bir gerçeği olarak yaşayabilseydik keşke. İnsanları birbirinden ayıran, bölen, koparan her olguyu yok ederek bütünü algılamayı başarabilsek keşke.

Bu yazımda bahsetmek istediğim Yahudilikte kutlanan Tu Bişvat Bayramı. Aşağıda alıntı yaptığım yazı Nazlı Doenyas'ın yazısı.İnsana ait evrensel gerçekler bizden önce yeryüzünde yaşamış ve bize keşfettikler bilgileri kendi yöntemlerince aktarmaya çalışmış insanların söylediklerine bir kulak verebilmek. Hertürlü onyargıdan, dogmadan, izmden, kısacası insanı insandan ayıran olguları dışarıda bırakarak .
Bence bu günün anlamı ağaçların korunması, yenilerinin ekilmesi ve gelecek kuşaklara yemyeşil bir miras bırakılmasıdır. Bu anlam tüm insanlık için evrenseldir. hadi gelin bugün içimizdeki tüm sevgi, iyiniyet, içtenlik, sıcaklık, sevkat kısaca iyi olan ne varsa tüm o güzel duygularla bir fidan dikelim bahçemize. O fidan büyüsün cocuklarımıza torunlarımıza onların çocuklarına atalarımızın bize bıraktıklarını taşısın...

Sevgilerimle

 Bu bayramın ana mantığı, toprağın suya doyması, ağaçların artık topraktan su almayı bırakıp, kendi öz suları ile beslenmeye başlamalarıdır. Bunun tam olarak ne zaman olduğu konusunda Mişna bilginleri yüzyıllar boyu tartışmışlardır. Akdeniz bölgesinde, yağmur sezonu Sukot zamanı  (Tışri Ayı’nın 15’i ) başlar. Yağmurların toprağı ve ağacı suya doyurmaları yaklaşık olarak dört ay sürer 10Şubat (Şevat Ayı’nın 15’i) ise Tu Bişvat'tır. ve o zamandan sonra ağaçlar meyve vermeye hazır olur. Tu Bişvat, ağaçlar için yeni bir yıl başlangıcı olduğu için, sene dönümleri bu tarihe göre ayarlanır.

Tora’da söz edilmeyen bir bayram olan Tu Bişvat, sözlü Yahudi kanunlarının derlemesi olan Mişna’da karşımıza çıkar. Bu bayrama ait yapılması zorunlu olan yani yapılmazsa ‘günah’ sayılacak bir yükümlülük yoktur. Geleneklere ve yaygın uygulamaya göre, bu gün özellikle kutsal topraklarda yetişenler olmak üzere (buğday, arpa, üzüm, incir, nar, zeytin, hurma) ve yeni sezona ait çeşitli meyveler yenir, küçük kuruyemiş kesecikleri hazırlanıp çocuklara dağıtılır ve ağaç dikilir.

Tu Bişvat, tarımla ilgili birçok mitzvanın başlangıç tarihi olduğu için, geleneksel olarak bu günün anısına birçok meyve yenilir.

Fakat oluşmuş her geleneğin altında, bu geleneğin oluşmasına ve yerleşmesine yol açan sebepler vardır. Yüzyıllar boyu bilgeler Tora ile bayramlar ve gelenekler arasındaki bağlantıları incelemişler, farklı yorumlar getirmişlerdir. Tora öğretilerinin, yorumlanabildiği takdirde, her çağ ve zamana uygulanabilir nitelikte olduğunu görmüşlerdir. Tora, Tu Bişvat’tan bahsetmediği halde, birçok yerinde ağaç ile insanı karşılaştırmıştır. O zaman ‘ağaçların yılbaşı’nda, bu benzetmeyi, gelişme yolunda nasıl kullanabiliriz?

Tora: Ağaç = İnsan

Rabbi Shraga Simmons, Tora’nın, birçok yerinde insan ile ağacı karşılaştırdığını belirtir.

“Bir şehre, onu ele geçirmek için savaşmak üzere uzun bir süre kuşatma uyguladığında,(şehrin) ağacını, üzerine balta savurup yok etme.Ondan (meyve) yiyeceksin;(bu yüzden)onu kesme; zira insan (‘ın yaşamı) kırın ağacı(‘na bağımlı)dır (ve bu ağaç) senin önündeki kuşatmaya dahildir.(Devarim-20:19). Yani, “İnsan kırın ağacıdır”.

“Çünkü halkım ağaçlar gibi uzun yaşayacak...” (Yeşayau-65:22)

“Böylesi su kıyılarına dikilmiş ağaca benzer” (Yirmiyau-17:8)***

Neden böyle bir benzetme yapılmıştır?

Rabbi Simmons’a göre, bir ağacın, yaşamına devam edebilmesi için, dört elemente ihtiyacı vardır: toprak, su, hava ve ateş (güneş). İnsanın da, tıpkı ağaçlar gibi, hayatta kalabilmek için aynı temel elementlere ihtiyacı vardır.

Toprak

Bir ağacın, toprağa güçlü bir şekilde ekilmesi gerekir. Toprak, ağacın, besinini çektiği bir kaynak olmanın yanında, ağacın köklerinin gelişip yayılması için alan da temin eder. Aynısı insan için de geçerlidir. Talmud bunu şöyle dile getirir:

“Bilgisi, icraatinden fazla olan kişi, dalları köklerinden fazla olan ağaca benzer, kuvvetli bir rüzgar ağacı kökünden koparır ve devirir. Fakat icraatları bilgeliğinden fazla olan kişi, dalları az ancak kökleri güçlü olan bir ağaca benzer, en güçlü rüzgarlar onu yerinden bile kımıldatamaz.”(Avot 3:22)

İnsan, dıştan bakıldığında sanki başarılıymış gibi görünebilir, iyi bir iş, güzel bir ev, araba, vb. Ancak ait olduğu topluma ve tarihine sahip çıkmaz ve ona bağlı yaşamazsa, hayatta karşısına çıkan zorluklar karşısında dayanma gücü olmaz. Onu umutsuzluğa ve yıkıma götürebilecek eğilim ve hevesler karşısında savunmasız kalır. Güçlü bir rüzgarda aynen zayıf kökleri olan bir ağaç gibi altüst olur. Raşî’ye göre, öğrendiklerini uygulamayan kişinin Tanrı’ya olan bağlılığı da gevşektir ve her an kopabilir.

Eğer kişi, ekonomik durumu ve sosyal statüsüne bakmadan tarihine ve ait olduğu topluma bağlı olarak yaşıyorsa, en güçlü rüzgarlar bile onu sarsamaz. Uygulamanın ne kadar önemli olduğunu bilen ve her şeyin başında icraat olduğunu idrak eden kişi, manevi bir çıkmaza girmez ve böyle bir insanın manevi temelini yıkmak mümkün değildir.

Rabbi Simmons’a göre, insanın, geleneksel ve ahlaki değerlerin verildiği, aynı zamanda büyümesini ve gelişmesini destekleyen bir temele ihtiyacı vardır. Olumsuzlukların hüküm sürdüğü bir dünyada, döneceğimiz ve orada tekrar canlılığımıza kavuşabileceğimiz emin bir sığınağa ihtiyacımız vardır. Cemaat (toprak), kişinin hatalarına rağmen kabul gördüğü, sevildiği ve desteklendiği sağlam bir sığınaktır.

Su

Yağmur suları toprak tarafından emilir ve köklerin Tanrı’nın mükemmel detaylarla yarattığı sisteminden geçerek gövde, dallar ve yapraklara taşınır. Su olmazsa, ağaç kurur ve ölür.

Rabbi Simmons, Kutsal Kitap’taki Tora-Su karşılaştırmasına dikkat çeker. Buna örnek olarak Moşe Peygamberin şu cümlesini açıklar (Devarim-32:2): “Yağmur gibi damlasın öğretim….Ve çimin üstünde yağmur damlaları gibi” Tora ve yağmur, göklerden yeryüzüne inerek susuzluğa ve kuraklığa derman olur. Tora Tanrı’dan aşağı akar ve her nesilde Yahudiler tarafından özümsenir. Tora insan ruhuna tad ve canlılık verir. Tora’ya bağlı olarak yaşanan bir hayat, bilgelik ve iyi davranışlarla tomurcuklanır.

İnsan susuz kaldığında kuruyup, kendinden geçip sonunda kendi babasını bile tanıyamıyacak duruma gelir. Ayni şekilde Torasız kalan insan da, Baba’sı Tanrı’yı bile tanıyamıyacak şekilde kendinden geçip yönünü şaşırabilir.

Hava

Bir ağacın yaşamak için havaya ihtiyacı vardır. Hava, ağacın solunumu için gerekli olan oksijeni ve fotosentez için gerekli olan karbondioksidi sağlar. Dengesiz bir atmosfer ağacın havasız kalıp ölmesine sebep olur.

“Tanrı, adamın burun deliklerine bir yaşam nefesi üfledi. İnsan böylece yaşayan bir canlı haline geldi” (Bereşit-2:7). Rabbi Simmons, İbranicede “Neşima-nefes” ile”Neşama-ruh” için kullanılan kelimenin aynı olduğuna dikkat çeker.

Bunu da, manevi hayat gücümüzün hava ve solunum yoluyla geldiği şeklinde yorumlar. Fiziksel bir maddeyi tat, dokunma ve görme duyularımızla algılarız. (İşitme bile ses dalgalarını algılamakla oluşur)

Duyuların en manevi olanı, varlığında en az fiziksel madde içeren, koku alma duyusudur. Talmud’un dediği gibi: “Koku, bedenin değil, ruhun yararlandığı bir şeydir” (Şabat çıkışı-Avdala’da ruhu rahatlatmak için güzel bir koku koklanması gibi). Bet Amikdaş’ta koklama duyusuna hitap eden Ketoret- tütsü sunusu, her gün iki kez yapılmasına rağmen, Bet Amikdaş’ın en kutsal yeri olan Kutsallar Kutsalı’nda sadece senede bir gün, Yom Kipur’da sunulurdu. Bu da, kokunun yüceliğinin, Tanrı huzurunda ayrı bir yeri olduğunu gösterir.

Talmud, Maşiah geleceği zaman, “koklayacak ve yargılayacak” der. Bunun anlamı da, karmaşık durumların ardındaki gerçeği belirlemek için ‘manevi duyarlılığını’ kullanacağıdır.

Ateş

Bir ağacın yaşamak için ateşe-güneş ışığına- da ihtiyacı vardır. Ağaç, sağlığı ve gelişimi için elzem olan fotosentezin gerçekleşebilmesi için gereken enerjiyi güneşten alır.

İnsanların da yaşamak için ateşe-sıcaklığa-ihtiyaçları vardır. Bu sıcaklık, arkadaşların ve cemaatin, toplumun sıcaklığıdır. Kişi; aile, arkadaş, komşu, ortak vb.den farklı enerjiler alır ve bunları kimliğe ve davranışlara dönüştürür.

Yahudilikteki temel görenekler ve törenler aileye ve cemaate, topluma dayalıdır. Bu görenek ve kutlamalar doğumdan başlar, ergenlik, evlilik, eğitim ve hatta ölüme kadar devam eder.

AĞAÇ BAYRAMINDA İNSANIN YERİ

Bu sene, 14 Şevat akşamı (19 Ocak Çarşamba akşamı) kutsal topraklarda yetişen meyveleri, Tanrı’ya onları yarattığı için şükretme berahalarını söyleyip yedikten sonra durup biraz düşünelim.

“İnsan kırın ağacıdır”(Devarim 20:19). Bizler toplumda nasıl bir ağacız?

Köklerimizle toprağa, toplumumuza, tarihimize, dönemsel heves ve eğilimlerle yıkılmayacak şekilde sıkı sıkıya bağlı mıyız?

Susuz kalıp kurumamak, yönümüzü şaşırmamak için, yaşamımızı devam ettirebilmek için gerekli suyumuzu, Tora’yı yeteri kadar alabiliyor muyuz?

Bilgimizi, Tora öğretilerimizi hareketlerimize, yaşantımıza da yansıtabiliyor muyuz, yoksa sadece kuralları ve felsefesini öğrenmekle mi yetiniyoruz?

Ruhumuzun nefes alabilmesi için gereken havayı, maneviyatı sağlayabiliyor muyuz? Sağlığımız ve gelişimimiz için gereken ateşi, sıcaklığı, ona yakın yaşayarak, ait olduğumuz toplumdan ve çevreden edinebiliyor muyuz?

Bunların üstünde biraz düşünerek, aslında birçok derin mesaj içeren Tu Bişvat Bayramı’nın en azından bu mesajlarının kalplerimizde ufak tohumlar ekmesini ve zamanla tomurcuklanıp meyve vermelerini sağlayabiliriz.

Tu Bişvat Kova Burcu

Şevat Ayı’nın burcu Aquarius-Kova’dır. Aramca’da Aquarius-Dli kova anlamına gelir ve işareti, kovadan su döken bir su taşıyıcısı şeklindedir. ‘Kova’, İsrail’in işaretidir, çünkü kovanın tek amacı, su çekmektir. ‘Su’, Tora’yı sembolize eder. “Ey susamış olanlar, sulara gelin” (Yeşayau-55:1) Yahudilerin yaratılış amacı, Tanrı’ya Tora yoluyla hizmet etmektir. Bu da, Tora bilgeliğini su çeker gibi çekip, ‘susamış’ insanlara ‘su-bilgelik’, maneviyat sağlamaktır. Yahudi astrolojisine göre, Şevat Ayı, kişinin, maneviyattan ne kadar uzak olursa olsun, Tanrı’ya yakınlaşabileceği, günah dolu geçmişinden koparak yenilenebileceği, arınabileceği bir aydır. Bu arınma da, ‘Su-Tora’ya dönüş ile gerçekleşecektir. Bu inanışın kökü Moşe Peygamber’in, son konuşmasına dayanır. Yahudi geleneklerine göre, Moşe, beş haftada açıklamasını tamamladığı son kitap, Devarim’i anlatmaya, Şevat Ayı’nın 1’inde başlamıştır. İnanışa göre, orada olan ve Moşe’yi dinleyen ortalama bir insan, Şevat Ayı’nın 15’inde (Tu Bişvat), kendindeki manevi gelişmeyi hissetmeye başlamıştır. Bu da Tu Bişvat’ın insanın gelişimi için ne kadar önemli bir tarih olduğunu doğrular.

Yine Yahudi astrolojisine göre,15 Şevat, Tanrı’nın yargı ile merhamet özelliklerinin birleştiği bir gündür. Tüm bitki alemi ile ‘meyve’ veren ağaçların da yılbaşı olan bu gün, Adem’in yasak olan Bilgi Ağacı’nın meyvesinden yeme günahının da düzeltileceği gün olarak ifade edilir.