“
I was putting (Louis) to bed and told him that even when I’m old and gray and more wrinkly than I am now, I’ll still love him and want to tuck him in. And he asked why I have wrinkles, and I said, ‘Well, I hope some of them are from laughing so much.’ And he touched my face and said, ‘You’re not old, you’re just happy.'”
Ben buna bayıldım. Sandra Bullock M'im en beğendiği yabancı kadın oyuncuydu. Bu sebeple aptalca bir kıskançlık gösterdiğim doğrudur zamanında. Geçenlerde rastlayınca çok hoşuma gitti ve blogda paylaşmak istedim bende.
Sandra 5 yaşındaki oğlu Louisi yatağa yatırırken yaşlandığını ve yüzünde bu günden daha fazla kırışıklıklar olduğunda da hala onu çok seviyor olacağını söylediğinde Louis niye yüzünde şu anda kırışıklıklar olduğunu sorar. Sandra bunların bazılarının çok fazla gülmekten olduğunu söyleyince Louise yüzüne eliyle dokunup, Sen yaşlı değilsin, sadece mutlusun der.
Hepimizin yüzündeki kırışıklıkların çok gülmek yüzünden oluşmasını umalım. Çocukça bir bilgelikle.
Issız bir adaya düşerseniz yanınıza almak isteyeceğiniz üç şey nedir? geyik sorusunun cevabını düşünmeyen var mı aranızda? Ama şu anda düştüğünüz bu ada ıssız bir ada değil.Yanınıza almak için düşündüğünüz termometre, yağmurluk paraşüt gibi nesneleri düşünmeden, düşüncelerinizdeki ağırlıkları atıp, bu ada da zenginleşeceksiniz. İyi ki geldiniz.Hoş geldiniz
24 Nisan 2015 Cuma
''You’re not old, you’re just happy'”
2 Nisan 2015 Perşembe
Ayrılık Sevdaya Dahil
Ayrılık Sevdaya Dahil / Attila İlhan
açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın
rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan
ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili
telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sâhili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflatuna çalar puslu lacivert
bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize
yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
fena kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı
kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiliyle
sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek aşkımız
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)