Geçen gün yine instagramda dolaşırken rastladığım bir etkinlik beni ta içine çekti. Şöyle bir haber vardı.
Cazın "Altın Çağı"nda dansa davetlisiniz! İstanbullu quintet "Flapper Swing" bugün 20:00'da Pera Café'de!
Açıkçası araştırınca en az ağaçtan kafasına elma düşünce yerçekimini keşfeden Newton kadar mutlu oldum.
Ancak caz rüyası 20.00 de başlayacaktı ve ben müzeye vardığımda Orta Avrupa Film festivali resepsiyonu devam ettiğinden cafeye giremedim. Yukarı çıkıp yeni gelen kolleksiyonlara göz atmak istedim.
Dördüncü katta Balkan Güncel Sanatı Üzerine Yeni Sergi: “Balkanlardan Gelen Soğuk Hava”sergisi vardı. Arnavutluk, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Hırvatistan, Karadağ, Kosova, Romanya, Sırbistan ve Slovenya’dan farklı kuşaklardan çağdaş sanatçıların eserlerine yer veriyordu.
Sergi, Yugoslav asıllı rahmetli eşimden dolayı pek de yabancı olmadığım Balkan kültürü ve sanatının izlerini taşıdığından, hatırlamak beni çok heyecanlandırdı. Özellikle 30 dak. lık Slovakya'da okuyan genç bir Hollandalı öğrencinin criminal olmayan tamamen protesto amaçlı Slovakya National müzesinden 2 milyon dolarlık bir tabloyu çalma görseli beni sonsuz düşüncelere ve sanatın nerelere ulaşabileceğini farketmiş olmanın heyecanını yaşattı. Yine Beyaz isimli bir görselde Kosova'da yaşayan 90 yaşlarında bir kadının savaş yıllarına raslayan donemlerde kendini beyaz giysilere büründürerek yaşamını ne sekilde yonlendirdiğine ilişkin izlediklerim beni hayretler içinde bıraktı.
Pera müzesinin sergiyle ilgili basın açıklaması :
"Lübliyana Müzesi ve Galerileri iş birliğiyle düzenlenen sergi, bölgenin kaçınılmaz olarak akla gelen siyasi çağrışımları göz önünde bulundurulmaksızın, bir doğa olayı üzerinden biçimleniyor: Rüzgâr. Maja Bajević, Braco Dimitrijević, Vadim Fishkin, IRWIN, Laibach, Mladen Miljanović, Ivan Moudov, OHO, Dan Perjovschi, Mladen Stilinović, Ulay ve Sislej Xhafa gibi sanatçıların kendilerini çevreleyen sosyal, politik ve kültürel izlenimlerine yer veren sergi, videodan fotoğrafa, çizimden yerleştirmeye farklı mecralardan çarpıcı eserleri bir araya getiriyor. Böylece sergiyle, farklı nesillerden Balkan sanatçılar arasında yeni bir diyalog oluşturulması hedefleniyor
Lübliyana Müzesi ve Galerileri’nde sanat yönetmeni olarak çalışan Alenka Gregorič ile Ali Akay’ın küratörlüğünde düzenlenen serginin rüzgâr üzerinden kurulan teması aynı zamanda kışın gelişine işaret eden “Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası” söylemine gönderme yapıyor. Rüzgârı coğrafya ve sanatla ilişkilendiren Ali Akay, “Neden insan merkezli bir dünyaya bakalım da doğa merkezli bir insan–oluşa bakmayalım?” sorusunu gündeme getiriyor. İstanbul’un tarihsel ve kültürel alanlarda her dönem Balkanlar’ın etkisinde olduğunu hatırlatan Akay, Batı ile Doğu bloğu arasındaki bağların izini kaybetmeye başladığı günümüzde bu serginin anlam kazandığını vurguluyor. Sergi ile birlikte İstanbul kenti, zamanlar ve kültürlerin karşılaşmasına sahne olurken, bize Balkan geçmişimizi hatırlatacak bir düşünme alanı yaratıyor. Alenka Gregorič ise Balkanların tam olarak nerede başlayıp bittiğine dair bir uzlaşma olmadığını vurgulayarak, serginin bu yüzden Balkanlarla ilgili kalıplaşmış görüşleri desteklemek yerine, onun kendi tarihini, coğrafi konumunu ve her şeyden önce de en sadık biçimde hizmet ettiği sistemi, yani sanat sistemini sorguladığını belirtiyor.
Bir alt kata indiğimde Félix Ziem'in Işık denizinde bir gezgin sergisi ile karşılaştım. Henüz hayattayken eserleri Louvre Müzesine kabul edilen ilk Fransız sanatçı Félix Ziem 19. yüzyılın özgün manzara ressamlarından. Küratörlüğünü Lucienne Del’Furia ve Frédéric Hitzel’in üstlendiği sergide
Ziem’in yağlıboya tabloları ile Kırım Savaşı döneminde İstanbul’da gerçekleştirdiği desen çalışmaları var. Tabloları denize aşık bir ressamın fırçasından günümüze aktarılanlar, Babasının Doğulu oluşu O'nu Doğunun deniz olan şehirlerine yolculuğa itiyor.
1856 Temmuzundan Eylül ayına kadar Pera bölgesindeki tepelerde yaşamış. Fransa'ya döndüğünde günlüğüne;
“Ah ah! Gördüğüm şeyleri nasıl anlatabilirim ki. Doğu bütünüyle gözlerimin önüne serilmişti. Gören ve derinden etkilenen kişi asla unutmaz. Onca zamandır aradığım şeyi, bana resmi ve sanatı candan sevdiren sevimli doğayı buldum sanırım!” diye yazmış.
Felix Zeim sayesinde 19. yüzyılın İstanbul ve Venedik gibi şehirlerine onun gözlerinden bakma şansına sahip olabildim
.
Benim için bir zaman yolculuğu gibiydi. 10 sene önce gittiğim Venedik'in San Marco meydanında bu defa 1850 lerde dolaştım. Çok sevdiğim İstanbul'un yine o dönemlerinden bugüne köprü kuran şanatçının eserleriyle gezindim durdum.
Ve nihayet Flapper Swingle tanışma zamanı gelip çatmıştı. Heyecanla sahne kenarında küçücük bir alana kendimi sığdırarak elimde şarabım kendimi bu muhteşem müzik gurubunun yaptığı müziğin inanılmaz büyüsüne kaptırdım.
Sabah kalktığımda gözlerimi daha bir mutlu ve umutlu açtım yeni güne. Ruhum bir gün önce maviye tutkun bir tarla kuşunun özgürlüğünü tatmıştı çünkü. İşte bu sanat'ın büyüsüydü...
Ancak caz rüyası 20.00 de başlayacaktı ve ben müzeye vardığımda Orta Avrupa Film festivali resepsiyonu devam ettiğinden cafeye giremedim. Yukarı çıkıp yeni gelen kolleksiyonlara göz atmak istedim.
Dördüncü katta Balkan Güncel Sanatı Üzerine Yeni Sergi: “Balkanlardan Gelen Soğuk Hava”sergisi vardı. Arnavutluk, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Hırvatistan, Karadağ, Kosova, Romanya, Sırbistan ve Slovenya’dan farklı kuşaklardan çağdaş sanatçıların eserlerine yer veriyordu.
Sergi, Yugoslav asıllı rahmetli eşimden dolayı pek de yabancı olmadığım Balkan kültürü ve sanatının izlerini taşıdığından, hatırlamak beni çok heyecanlandırdı. Özellikle 30 dak. lık Slovakya'da okuyan genç bir Hollandalı öğrencinin criminal olmayan tamamen protesto amaçlı Slovakya National müzesinden 2 milyon dolarlık bir tabloyu çalma görseli beni sonsuz düşüncelere ve sanatın nerelere ulaşabileceğini farketmiş olmanın heyecanını yaşattı. Yine Beyaz isimli bir görselde Kosova'da yaşayan 90 yaşlarında bir kadının savaş yıllarına raslayan donemlerde kendini beyaz giysilere büründürerek yaşamını ne sekilde yonlendirdiğine ilişkin izlediklerim beni hayretler içinde bıraktı.
Pera müzesinin sergiyle ilgili basın açıklaması :
"Lübliyana Müzesi ve Galerileri iş birliğiyle düzenlenen sergi, bölgenin kaçınılmaz olarak akla gelen siyasi çağrışımları göz önünde bulundurulmaksızın, bir doğa olayı üzerinden biçimleniyor: Rüzgâr. Maja Bajević, Braco Dimitrijević, Vadim Fishkin, IRWIN, Laibach, Mladen Miljanović, Ivan Moudov, OHO, Dan Perjovschi, Mladen Stilinović, Ulay ve Sislej Xhafa gibi sanatçıların kendilerini çevreleyen sosyal, politik ve kültürel izlenimlerine yer veren sergi, videodan fotoğrafa, çizimden yerleştirmeye farklı mecralardan çarpıcı eserleri bir araya getiriyor. Böylece sergiyle, farklı nesillerden Balkan sanatçılar arasında yeni bir diyalog oluşturulması hedefleniyor
Lübliyana Müzesi ve Galerileri’nde sanat yönetmeni olarak çalışan Alenka Gregorič ile Ali Akay’ın küratörlüğünde düzenlenen serginin rüzgâr üzerinden kurulan teması aynı zamanda kışın gelişine işaret eden “Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası” söylemine gönderme yapıyor. Rüzgârı coğrafya ve sanatla ilişkilendiren Ali Akay, “Neden insan merkezli bir dünyaya bakalım da doğa merkezli bir insan–oluşa bakmayalım?” sorusunu gündeme getiriyor. İstanbul’un tarihsel ve kültürel alanlarda her dönem Balkanlar’ın etkisinde olduğunu hatırlatan Akay, Batı ile Doğu bloğu arasındaki bağların izini kaybetmeye başladığı günümüzde bu serginin anlam kazandığını vurguluyor. Sergi ile birlikte İstanbul kenti, zamanlar ve kültürlerin karşılaşmasına sahne olurken, bize Balkan geçmişimizi hatırlatacak bir düşünme alanı yaratıyor. Alenka Gregorič ise Balkanların tam olarak nerede başlayıp bittiğine dair bir uzlaşma olmadığını vurgulayarak, serginin bu yüzden Balkanlarla ilgili kalıplaşmış görüşleri desteklemek yerine, onun kendi tarihini, coğrafi konumunu ve her şeyden önce de en sadık biçimde hizmet ettiği sistemi, yani sanat sistemini sorguladığını belirtiyor.
Bir alt kata indiğimde Félix Ziem'in Işık denizinde bir gezgin sergisi ile karşılaştım. Henüz hayattayken eserleri Louvre Müzesine kabul edilen ilk Fransız sanatçı Félix Ziem 19. yüzyılın özgün manzara ressamlarından. Küratörlüğünü Lucienne Del’Furia ve Frédéric Hitzel’in üstlendiği sergide
Ziem’in yağlıboya tabloları ile Kırım Savaşı döneminde İstanbul’da gerçekleştirdiği desen çalışmaları var. Tabloları denize aşık bir ressamın fırçasından günümüze aktarılanlar, Babasının Doğulu oluşu O'nu Doğunun deniz olan şehirlerine yolculuğa itiyor.
1856 Temmuzundan Eylül ayına kadar Pera bölgesindeki tepelerde yaşamış. Fransa'ya döndüğünde günlüğüne;
“Ah ah! Gördüğüm şeyleri nasıl anlatabilirim ki. Doğu bütünüyle gözlerimin önüne serilmişti. Gören ve derinden etkilenen kişi asla unutmaz. Onca zamandır aradığım şeyi, bana resmi ve sanatı candan sevdiren sevimli doğayı buldum sanırım!” diye yazmış.
Felix Zeim sayesinde 19. yüzyılın İstanbul ve Venedik gibi şehirlerine onun gözlerinden bakma şansına sahip olabildim
.
Benim için bir zaman yolculuğu gibiydi. 10 sene önce gittiğim Venedik'in San Marco meydanında bu defa 1850 lerde dolaştım. Çok sevdiğim İstanbul'un yine o dönemlerinden bugüne köprü kuran şanatçının eserleriyle gezindim durdum.
Ve nihayet Flapper Swingle tanışma zamanı gelip çatmıştı. Heyecanla sahne kenarında küçücük bir alana kendimi sığdırarak elimde şarabım kendimi bu muhteşem müzik gurubunun yaptığı müziğin inanılmaz büyüsüne kaptırdım.
Sabah kalktığımda gözlerimi daha bir mutlu ve umutlu açtım yeni güne. Ruhum bir gün önce maviye tutkun bir tarla kuşunun özgürlüğünü tatmıştı çünkü. İşte bu sanat'ın büyüsüydü...