6 Temmuz 2010 Salı

Bir dostun gidişi...



Tam bir yıl once, kapımın önünde cılız bir kedi miyavlaması duyunca gayri ihtiyari kapıya yönelip açmamla, içeri sanki kırk yıldır dostmuşuzcasına telaşla miniminnacık simsiyah bir kedi yavrusu giriverdi.Daha ben hop ne oluruz kimsin sen diyemeden salona daldı. Ne de olsa yavru.Daha bir bilemedin iki aylık.Oynamaya başladı hemen.Atlamaya zıplamaya sevimlilik yapmaya.
Nasıl dışarı gönderebilirsiniz? O bizi seçmişti bir kere.Uzerimde yıllardır çok genç yaştan itibaren aldığım ağır sorumluluklar sebebiyle ne kadar istesemde yeni bir canlının sorumluluğunu alabilecek cesarette hissetmememe rağmen , kendimce akılcı bahaneler arayıp tarayıp bulup, kediyi bir süre evimizde konuk etmeye karar verdim.Bir süre sonra bu küçük kızımız, evimizin bebeğiydi artık. Minderi mama ve su kaseleri, tuvaleti, hatta sağlık karnesi ile baş köşeye yerleşti.
İşte bizim minik tanrı misafirimizin, evimizin baş ferdi olma hikayesi kısaca böyle.
Bir müddet sonra o kadar alıştık ki bir kaç günlüğüne evden uzak kalsak gelince sarılıp öpüşüp koklaşıyorduk.Tabii kedilerin doğası hakkında hiçbirşey bilmediğimi o büyürken yaşadıklarımdan anladım. Aynı çocuk büyütürken yaşadıklarım gibi sezgisel tanımalarla bazen kitaplara bazen veterinere danışarak onu anlamaya çabaladım.Bunun, insan yavrusunu anlamaktan çok daha zor bir çaba olduğunu söylemeliyim.Çocuk büyütürken de bazen sezgisel olarak yapmanız gerekenleri hissediyorsunuz,kedi büyütürken farklı olan o sizin doğanızdan değil, bunu net bir şekilde hissediyorsunuz, dolayısıyla, yavrunuzu büyütürken iç güdüsel olarak yaptıklarınız doğru sonuçlar veriyor, oysa kedi yavrusu tamamen sizin doğanızdan farklı. İsteklerini anlamak, sezmek son derece zor ve bazen doğru mu yanlış mı yapıyorsunuz bilemiyorsunuz.Zaman geçtikçe, bir kedi yavrusunu eve alıp, onu doğasından kopardığımı ve biraz vicdan azabı çektiğimi itiraf etmeliyim. Çünkü kediciğikoltuklarımın kenarlarını tırmalarken onu ağaçlara tırmanma zevkinden, yerlere uzanıp yatarken aslında çimenlere uzanıp yatma isteğinden, mart ayında sabahlara kadar avazı çıktığı kadar miyavlarken, arkadaş ihtiyacından mahrum ettiğim sonucunu çıkarmaya başlamıştım.
Taa ki komşumuzun kedisi Sarman'ın hazin sonunu öğreninceye kadar.Bu sabah komşumuz telaşlı ve endişeli bir şekilde kapımızı çaldı.Bahçede beslediği kedisi Sarmanı dün akşamdan beri göremediği için çok endişelenmişti.Oysa Sarman obur bir kedi.Rahatına düşkün.Acıktımı sahibini bekler durur.Bahçe onun alanı.Başka hiçbir kediyi sokmaz.Bizim yaramazla bazen takışıyorlar ama arkadaş olmuşlardı.Bazen karşılıklı geçip kardeş kardeş bahçede oturuyorlardı.Yine de bizimkinin ona hiç tahammülü yoktu.Hele bir bizim evin sınırlarına girsin , hele hele bahçe koltuğuna otursun, kıyamet kopuveriyor.Her neyse. komşumuz Sarmanı bekleyedursun, gelmedi Sarman.Sonra öğrendik ki bir araba karşıdan karşıya geçerken Sarmanın kafasını ezmiş.Sarman bir çöp kutusuna atılmış. Şimdi sahibi yasta. Nasıl üzülüyor anlatamam.Çünkü can dostunu kaybetti.
Sevgili Sarman ; ona çok değer veren, çok seven ve evcilleştiren sahibini acı içinde bırakarak, ona yaşam alanı olarak öngördüğümüz beton yığınları arasında trafiğin vızır vızır işlediği cadde ve sokak aralıklarında, acımasızca yaşam hakkı elinden alınarak çekip gitti.Hepimiz çok özleyeceğiz kediciğimizin sevgili dostu Sarmanı..
Bir kedi sahibi olmadan önce bu sevginin nasıl bir sevgi olacağını asla tahmin edemezdim.Size hiç konuşmadan içtenlikle bağlı ama bir o kadar çaresiz bir varlığa duyduğunuz bu karşılıksız sevgi, onun gidişiyle yaşanan boşluğu ve acıyı ancak şimdi anlamlandırabiliyorum.
Şimdi artık insanların telaşları, apartman aralarına sıkıştırılmış yaşantıları, doğadan uzak materyalist taraflarını ön plana çıkarıp, doğada yaşamak en büyük hakları olan ama yine de insanların kendi egoları için evcilleştirdikleri hayvanlara yaşama hakkı tanımadıkları bir ortamda, ben kediciğime yaşama hakkı verebilmek için onu koruyup gözetme sorumluluğunu daha net hissediyorum.
İlkokulda okuduğum senelere ait aklımda kalan en canlı görüntü ilk okumayı söktüğüm gün olan 4 Ekim. Hayvanları Koruma Günü olduğu için öğretmenimiz bize hayvan resimleri yaptırıyordu. Hala gözümün önünde yaptığım "Sevimli bir kara kedi" resmi.Kapımda o minicik kara kediciği gördüğümde sanki o resim kağıdından çıkıp kapıma gelivermiş gibi hissetmiştim. Belki o yaşlarda yüreğime kazınan o güzel sevgi duygularını getirmişti bana. Şimdi anlayabiliyorum, bir kedi kaybetmek bir hayvan kaybetmek değildir hayvanseverler için. Bir dostu yitirmek, bir yoldaşı uğurlamak, dört elle sarıldığın bir can yoldaşını bir daha görememek demektir.
Yine o sıralarda okuduğum Antoine de Saint-Exupery'nin Küçük Prens kitabının XXI. bölümü o yıllardan anılarımda yer etmiştir.
İşte tilki bu sırada ortaya çıktı.
- Günaydın, dedi tilki.
Küçük prens, nazikçe:
- Günaydın, diye karşılık verdi, arkasına baktı, ama hiç bir şey göremedi.
Bir ses:
- Buradayım, dedi, elma ağacının altında.
- Kimsin sen? dedi küçük prens.Çok güzel görünüyorsun.
- Ben bir tilkiyim, dedi tilki.
- Gel oynayalim, dedi küçük prens. Biraz düşündükten sonra sordu:
- "Evcilleştirmek" ne demek?
Tilki:
- Sen buralı değilsin dedi.Ne arıyorsun burada?
- İnsanları arıyorum, dedi küçük prens. "Evcilleştirmek" ne demek?
Tilki:
- İnsanların tüfekleri vardır, dedi.Hayvanları vururlar.Can sıkıcı bir
şeydir bu.Tavuk da yetiştirirler!İlgilendikleri tek şey budur.Sen tavuk mu
arıyorsun?
- Yoo.. dedi küçük prens.Ben dost arıyorum."Evcilleştirmek" ne demek?
- Artık herkesin unuttuğu bir şey, dedi tilki."Bağlantı kurmak" demektir.
- Bağlantı kurmak mı?
- Öyle ya, dedi tilki.Sen daha benim gözümde yüz binlerce başka çocuktan ayırt edilmeyen küçük bir çocuksun.Sana ihtiyacım da yok.Senin de bana ihtiyacın yok.Ben de senin gözünde yüzbinlerce başka tilkiden ayırt edilmeyen bir tilkiyim.Ama,sen beni evcilleştirirsen,birbirimize gerekli oluruz.Sen benim için dünya yüzünde biricik olursun.Ben de senin için dünya yüzünde biricik.
- Biraz anlamaya başlıyorum dedi küçük prens.Bir çiçek var.Galiba o beni evcilleştirdi.
- Olabilir, dedi tilki.Dünya yüzünde her şey olur.
- Yok dünya yüzünde değil, dedi küçük prens.
Tilki birden meraklandı:
- Başka bir gezegende mi?
- Evet.
- O gezegende avcılar var mı?
- Yok.
- Bak bu ilginç bir şey! Ya tavuklar?
- Onlar da yok..
Tilki içini çekti:
- Hiç bir şey tam istediğim gibi olmuyor.
Ama sonra kafasını kurcalayan düşünceye döndü:
- Benim yaşantım çok tekdüze.Ben tavukları avlıyorum, insanlar da beni avlıyorlar. Bütün tavuklar birbirine benzer, bütün insanlar da.Bu yüzden biraz canım sıkılıyor. Ama sen beni evcilleştirirsen, yaşamıma ışık girmiş gibi olacak. Bütün öteki ayak seslerinden farklı bir ayak sesini tanımayı öğreneceğim.Öteki ayak sesleri beni toprağın altına kaçırıyor.Senin ayak sesin beni yuvamdan dışarı çağıracak, bir türkü gibi.Sonra, bak şurada, buğday tarlalarını görüyorsun ya.Ben ekmek yemem.Buğday benim bir işime yaramaz.Buğday tarlaları bana hiç bir şey anımsatmaz.Üzücü bir şey bu! Ama senin altın rengi saçların var.Onun için, sen beni evcilleştirdiğin zaman çok
güzel bir şey olacak!Altın renkli buğdaylar bana seni anımsatacak!Buğdayların arasında esen rüzgarın sesini seveceğim.
Tilki sustu ve küçük prense uzun uzun baktı:
- Ne olursun..Evcilleştir beni, dedi.
- Bunu sevinerek yaparım, diye karşılık verdi küçük prens.Ama zamanım sınırlı. Keşfetmem gereken dostlar, tanımam gereken bir sürü şey var.
- İnsan yalnız evcilleştirdiği şeyleri tanıyabilir dedi tilki.İnsanların hiç
bir şeyi tanımaya vakitleri olmuyor.Satıcılardan olmuş bitmiş şeyleri satın alıyorlar. Ama dost satan bir satıcı olmadığı için, insanların dostları da yok
artık.Sen bir dost edinmek istiyorsan, evcilleştir beni!
- Ne yapmam gerek bunun için, dedi küçük prens.
- Çok sabırlı olman gerek, diye karşılık verdi tilki.Önce benden biraz uzağa oturursun. Şöyle otların üstüne.Ben sana göz ucuyla bakarım. Sen bir şey
söylemezsin.Konuşmak, anlaşmazlıkların kaynağıdır.Ama, her geçen gün, biraz
daha yakın oturabilirsin..
- Küçük prens, ertesi gün yine geldi.
- Yine aynı saatte gelsen daha iyi olurdu, dedi tilki. Örneğin, ikindiyin saat dörtte geleceksen ben saat üçte mutlu olmaya başlarım.Saat ilerledikçe de, içimdeki mutluluk çoğalır. Dört oldu mu, telaşlanır, meraklanırım; mutluluğun değerini keşfederim! Ama, herhangi bir saatte gelecek olursan, yüreğimi hangi saatte giydirmem gerektiğini hiçbir zaman bilemem.. Her şeyin bir yolu, yordamı olmalı.
- Yol, yordam nedir? dedi küçük prens.
- Bu da çoktan unutulan bir şey, dedi tilki.Bir günün öbür günlerden başka olduğunu, bir saatin öbür saatlerden değişik olduğunu belirleyen şeydir.Benim avcılarım, yol yordam nedir bilirler.Örneğin perşembe günleri, köyün kızlarıyla dansa giderler.Onun için perşembe çok güzel bir gündür.Bağa kadar dolaşmaya çıkarım.Eğer avcılar rasgele bir gün dansa gitselerdi, günler hep birbirine benzer, benim de hiç tatil günüm kalmazdı.
Küçük prens, bunu üzerine tilkiyi evcilleştirdi.Ayrılma zamanı yaklaştığında da, tilki:
- Ah, dedi.. ağlayacağım nerdeyse..
- Suç senin, dedi küçük prens, ben sana kötülük etmek istemiyordum.Ama, seni evcilleştirmemi kendin istedin..
- Elbet, biliyorum, dedi tilki.
- Ama ağlayacaksın! dedi küçük prens.
- Elbet, biliyorum, dedi tilki.
- Öyleyse bir şey kazanmış olmadın.
- Kazandım, dedi tilki, buğdayların rengi yüzünden.
Sonra, şunu ekledi:
- Git güllere bir daha bak.Göreceksin ki, senin gülün dünyada bir tanedir.Bana "Allaha ısmarladık" demeye gel; ben de sana bir sır armağan edeceğim.Küçük prens gidip güllere bir kez daha baktı.
- Siz hiç de benim gülüme benziyor değilsiniz, daha hiç bir şey değilsiniz, dedi onlara.Kimse sizi evcilleştirmiş değil, siz de kimseyi evcilleştirmemişsiniz.Benim tilkiden eskiden nasılsa öylesiniz siz.O da yüz bin başka tilkiden değişik yanı olmayan bir tilkiydi.Ama ben onu kendime dost edindim ve şimdi o, dünyada bir eşi daha olmayan bir tilkidir.Güller oldukça utanmışlardı.
- Sizler güzelsiniz, ama içiniz boş, diye sürdürdü sözünü küçük prens.İnsan ölemez sizin için.Evet, rasgele gelip geçen birisi, benim gülümü sizlerden ayırt etmeyebilir. Ama benim gülüm tek başına silzerin tümünden önemlidir,çünkü o benim suladığım çiçektir.Çünkü o benim kavanozun altına koyduğum çiçektir.Çünkü o benim paravanla örttüğüm çiçektir.Çünkü onun tırtıllarını ayıklayan benim (sonradan kelebek olacak bir ikisi dışında.)Çünkü o, benim yakınmalarını ya da böbürlenmelerini, hatta arada susuşlarını dinlediğim çiçektir.Çünkü o benim gülümdür.
Sonra yine tilkiye döndü:
- Hoşça kal, dedi
- Sen de, dedi tilki. İşte sana vereceğim sır.Hem de çok basit: kişi ancak kalbiyle görür.Göz hiç bir şeyin özünü göremez.
Küçük prens, unutmamak için tekrarladı:
- Göz, hiç bir şeyin özünü göremez.
- Sen gülüne bu kadar çok zaman harcadığın içindir ki gülün önemi böylesine çoğaldı.
- Ben gülüme bu kadar çok zaman harcadığım için.. dedi küçük prens, unutmamak için.
- İnsanlar bu gerçeği unuttular, dedi tilki.Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğin kim olursa olsun, sen ondan sorumlusundur artık.Sen şimdi gülünden sorumlusun.
- Ben, şimdi gülümden sorumluyum, diye tekrarladı küçük prens, unutmamak için.
Sevgilerimi yüreği sevgi dolu dostlara gönderiyorum.Sevgimle kalın
Defne Soysal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder