7 Şubat 2021 Pazar

Daha kaç sabah kaldı?

''Güneşli bir günün sabahıydı, üstelik tatil günüydü. Her zaman mutlulukla başlarım böyle günlere diye düşündüm. Ailemin benim dışındakileri henüz uyuyorlar haklı olarak, fazladan uykunun tadını çıkararak, oysa ben bu güzel sabahı paylaşmak istiyorum onlarla, ancak kıyamıyorum uyandırmaya. Duygularımı yaşarken duyamadığım kuş seslerini duydum aniden. Anı yaşamak, farkına varmak, hoş zamanların, seslerin, görüntülerin, onlar uykuya devam ederken güneşli bir günün erken sabahının sessizliğinde doğayı dinlemeye bırakıyorum kendimi küçücük gibi görünen ama çok önemli ayrıntıların yarattığı mutluluğu hissederek...''


Bu paragraf bundan sekiz sene önce 52 yaşında daha kaç sabahının kaldığını bilmeden hayatın kışında yaşamın baharında kanser hastalığıyla savaşan güzel bir adamın kaleminden tüm saflığıyla gözlerimize, ruhumuza ve yüreğimize yansıyan duygular sağanağı. 

Şimdi ölümünün üzerinden onunla kutlayamadığın doğum günlerinin sekizinci yılında şubatın tam 7 sine girdiği anda ister istemez onu düşünüyorsun. 

Aynı Paul Auster'ın Winter Journal (Kış Günlüğü ) kitabında yazdığı gibi gerçek kazaların açtığı fiziksel yaralardan; bir çivinin yüzünde açtığı yırtıktan, bir arkadaşının dişleriyle kafasında deştiği yarıktan, kanayan burunlardan, bükülen kollardan, arı sokmalarından, kırılan omuz kemiğinden ve ‘diğer’ kazaların açtığı kalp yaralarından bahsederken annesinin ölümden sonra onun ölümünün karnına arka arkaya indirdiği yumrukların neden olduğu ‘iç’ kanamalarının acısını hissederek...

Winter Journal (Kış Günlüğü ) adlı kitabını yazdığında 64 yaşında olan Paul Auster, çoğu gitmiş azı kalmış bir yaşamla hesaplaşırken çokca bahsettiği ölümü“yaşamanın başladığı bedenin ölümü” olarak tanımlıyor. Annesini “denizler dalgalanmaya başladığında sarıldığı kaya” olarak gören bir erkek çocuğunun gözünden annenin ölümüyle -aslında yaşamıyla- hesaplaşıyor sayfalarca. 

“Doğum günlerinizi hep birlikte kutlardınız, şimdi annenin ölümünden dokuz yıl sonra bile saat şubatın ikisinden üçüne geçtiği anda ister istemez onu düşünüyorsun.''
 

''Aksırmak ve gülmek, esnemek ve ağlamak, geğirmek ve öksürmek, kulaklarını kaşımak, gözlerini ovuşturmak, burnunu hınkırmak, boğazını temizlemek, dudaklarını ısırmak, dilini alt dişlerinin arkasında gezdirmek, ürpermek, osurmak, hıçkırmak, alnındaki teri silmek, parmaklarını saçlarının içinden geçirmek – bu şeyleri kaç kez yaptın? Kaç kez taşa çarpmış ayakparmağı, kaç kez ezilmiş parmak, kaç kez bir yerlere çarpmış kafa? Kaç tökezleme, kayma, düşme? Kaç kez göz kırpma? Atılmış kaç adım? Elinde kalemle geçirilmiş kaç saat? Kaç kez öpmek ve öpülmek? Bebeğini kollarının arasında tutuyorsun. Karını kollarının arasında tutuyorsun.Yataktan kalkıp pencereye giderken soğuk yer döşemesine çıplak ayaklarınla basıyorsun. altmış dört yaşındasın. dışarıda hava gri, neredeyse beyaz, görünürde güneş yok. kendine soruyorsun:                             Daha kaç sabah kaldı?                                                             

Bir kapı kapandı. bir başka kapı açıldı. hayatının kışına girdin."


Bu cümle mıh gibi kazınıyor zihnime...Brooklyn kışlarının soğuğu kalbimi dondururken, Mim'in sözcükleri yüreğimde kora dönüşüyor.


"Bunun hiç başına gelmeyeceğini, gelemeyeceğini, dünyada bunlardan hiçbirinin başına gelemeyeceği tek kişi olduğunu sanırsın; sonra tıpkı herkese olduğu gibi hepsi teker teker senin de başına gelmeye başlar.
 İş işten geçmeden konuş şimdi ve söyleyecek başka hiçbir şey kalmayıncaya kadar da konuşabilmek umudunu taşı. Ne de olsa zaman azalıyor. Belki de şimdilik hikayelerini bir yana bırakıp hayatının anımsadığın ilk gününden bugüne kadar bu bedenin içinde yaşamanın nasıl bir duygu olduğunu incelemeye çalışsan iyi olur.'' diyor Auster. 

Zaman azalıyor olsa da, geçmiş geçmiş, gelecek de henüz gelmemiştir.Yaşanan tek an, şu andır.
Oysa insan yaşarken bunun  en son farkına varıyor. İçinde yaşadığı anın kıymetini zamanla, zamanı azaldıkça öğreniyor.

Akıl kuşum kulağıma ''Bırak, geçmiş hoş bir anı olarak kalsın ve gelecek umutla dolsun''diye fısıldıyor. Mutluluğu yalnızca şu anda yaşa. Mutluluk  bir an kadar kısa, bir an kadar uzundur.

Çünkü her gün, başlı başına bir hayattır. 
 
Söz uçar yazı kalır. Doğum günün kutlu olsun Mim'im



6 yorum:

  1. Yakın zamanda kayınpederim yani babacığımı kaybettik sizi anlıyorum acınızı, üzüntünüzü..
    Çok şey yazmak söylemek istiyor insan ama kelimeler tıkanıyor bir yerde :(
    Mekanları cennet olsun, doğum günü kutlu olsun :(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir insan sevdiği birini kaybederse, yüreğinde kırk tane mum yanarmış. Her gün bu mumlardan biri söner, ama kırkıncı mum sonsuza dek yanık kalırmış…Benim yüreğimde mumlar sönmeden yenileri yanıyor.Sizin kaybınıza da çok üzüldüm. Mekanları cennet olsun. Sabırlar diliyorum

      Sil
  2. Yaşam ve ölüm birbiriyle iç içe geçmiş iki gerçek ne yazık ki. Düşünmek derin bir girdaba düşmek gibi. Sonsuzluğun içinde parlayan yıldızların bile kendilerine biçilmiş ömürleri var. Nasıl ki yokken var olduysak, varken yokluğa geçiş gerçeğini de kabullenmeli; ama bunu başarabilmek o kadar kolay değil.
    Huzur içinde uyusun Mim. Mekânı cennet olsun...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumun yerine katkın demek istiyorum çok teşekkürler cümleyle ne güzel anlatmışsın. İnsan başına gelmedikçe hayatın bazı yönlerini düşünemiyor yada istemiyor. Oysa yaşamda olan her şey herkes için o kadar benzer ki. hepimiz herbirimiz için olan aynı düzeni yaşıyoruz. Bu gerçeği kabul etsek, farkında yaşasak ne savaşlar ne kıyımlar olurdu.

      Sil
  3. Aynen öyle ölüm hiç gelmeyecek gibi yaşıyoruz ancak herkes için iyi veya kötü şekilde ama bir şekilde ölüm gelecek.

    YanıtlaSil
  4. Teşekkürler yorumunuz için. Hoşgeldiniz bloguma.

    YanıtlaSil