Ekmek Kavgası Tuval üzerine yağlıboya 50X70 ©Şubat 2021 |
''Durgun denizin minik dalgacıkları üzerinde, güneşin altın gibi ışıldadığı pırıl pırıl bir sabahtı. Sahilden bir mil uzaklıkta, denizi kucaklarcasına ilerleyen bir balıkçı teknesi, martılara kahvaltı zamanının geldiğini haber veriyordu. Binlerce martı, bir lokma yiyecek için mücadeleye girişmişti bile. İşte zor bir gün daha başlıyordu.''
Richard Bach, Martı kitabında Jonathan Livingston metaforu üzerinden, dayatılmış, kurgulanmış, sınırlanmış bir yaşamın dışında, keşfedilecek, öğrenilecek, sınırları zorlayarak aşılabilecek, özgürleşerek anlam katılmış bir yaşamın yaratılabileceğini, yaşanabileceğini anlatır. Dünyaya gelme amacının sadece balıkçıların attığı ekmekleri yemek olmadığını düşünen ve hep daha iyisini arayan Jonathan Livingston gibi kalbinin sesini dinleyen, hayata anlam katabilmiş, bu hayatta göründüğünden daha fazlası olduğunu bilen insanlar her zamankinden daha yüksek ve hızlı uçacaklar.
Hepimizin içinde yaşayan gerçek Martı Jonathan'a
Öncelikle konu itibari ile çok güzel bir kitap ve öneri için teşekkürler:-) Bu tarz konuları anlatan çok değerli yazarlar var ama anlayıp hayata geçirebilen insan sayısı ne yazık ki çok az, yanılıyor muyum:-)?
YanıtlaSilÇok haklısın Canlı doğası evrimsel olarak termodinemiğin en önemli yasası olan entropiye karşı direnmek, hayatta kalabilmek için yaşam kavgası vermek zorundadırlar. Aynı Bach'ın martılar kitabındaki martılar gibi insanlar da ekmek kavgası peşinde. Buna diyecek bir şeyim yok. Asıl çelişki bu durumu hayatın amacı anlamı haline getiren insanların zamanla gönüllü köleliğe razı olup, ömürlerini böyle geçiyor olması. Hayatta kalabilmek uğruna hayatın güzelliklerinden, özümüzü keşfetmekten, insan olmanın ve yaşamın geçiciliğine rağmen anlam katarak yaşamanın önüne zincirler çekmek durumunda kalıyoruz.Böyle bir kısırdöngüye mahkum edilmiş, geçim telaşesi içinde koşturup duruyoruz. Yaşanmaya değer hayatı düşünmeye vaktimiz olmadan, ekmek kavgası içinde hayatımızı tüketiyoruz, başkalarının istediği hayat tarzını hayatımız sanarak.
YanıtlaSilİnanamıyorum... Gökyüzünde süzülen bir martıyı fotoğraflayabilmeyi çok istediğimi söylemiş ve bunu geçen cumartesi dışarıya çıktığımda gerçekleştirmiştim. Yaptığın resim çektiğim fotoğrafa o kadar benziyor ki. Sanki ben anlatmışım sen çizmişsin gibi. Aramızda telepatik bir bağ var da biz mi farketmedik? İnanılmaz güzel olmuş, eline sağlık...
YanıtlaSilSabahattin Ali'nin ''Duvar'' isimli öyküsünde martılar:
''Uzun zamanlar deniz kenarında ve surlar içindeki bir hapishanede kaldım. Kalın duvarlara vuran suların sesi, taş oralarda çınlar ve uzak yolculuklara çağırırdı. Tüylerinden sular damlayarak surların arkasında yükseliveren deniz kuşları demir parmaklıklara hayretle bakarlar ve hemen uzaklaşırlardı.''
Tutsaklık ve özgürlük arasındaki farkı anlatım tarzındaki delicilik okuyanın yüreğini de deliyor maalesef:((
Sevgili Zeugma, Aramızda bir bağ olduğu çok gerçek. Senin yazılarını okumaya başladığımdan beri ben de aynı şekilde düşünürüm. O nedenle yıllardır birbirimizi takip edip paylaşımlar yapıyoruz.Bizler internet'in yapay zekası sayesinde birbirimize benzer kişileri seçip ıletişim kuruyoruz sanırım. zaten beni büyüleyen mutlu eden de yazdıklarımdan çok bu büyülü karşılaşmalar. Yorumun harika. Sabahattin Ali bildiği en yakıcı ifadelere sahip bu nedenle erken süstürülmüş malesef. Resme de metne de çok yakıştı. Çok teşekkürler. Sevgiler en içteninden
YanıtlaSil